KIRIM DOSYASI

KIRIM TATARLARININ YURDUNDA BİR HAFTA…

 VİDEO GÖRÜNTÜSÜ İÇİN:www.viddler.com/explore/furynick/videos/1/

Bu yıl tatilimi yıllardır hep özlem duyduğum, Ukrayna Cumhuriyetine bağlı, Kırım Özerk Cumhuriyetin de yaptım. Orada yapma sebebim, tarihe geçen o meşhur 93 harbi sonrası (1893) Kırım Hanlığının Osmanlı himayesinden çıkınca (Kırım Hanlığının elden çıkması o dönem ki Osmanlı İmparatorluğu çok etkilemiştir. İlk defa bir Türk yurdu elden çıkmıştır. Birde çözülme sürecine kadar, Kırım Tatar Atlı Süvarilerinden Osmanlı ordusunun mahrum olması savaşlarda güç kaybı olarak görülmüştür.) sürekli ak topraklara (Anadolu’ya) göçün olduğu dönemlerde, oradan gelen Kırım muhaciri bir ailenin çocuğu olmam, hep o göç edilen topraklarda sürmüş yaşantının kuşaktan kuşağa aktarılmasıydı. Rahmetli Gavle nine Kırım’dan İslamıbol’a (İstanbul) vapurla geldiklerini, daha sonrada 20 hanenin Antalya’da Kırım mahallesi denilen yere (Şimdi Kızıltoprak Mahallesi hudutlarında, Aliçetinkaya caddesine paralel bir arka sokağı.)  yerleştiklerini söylerdi.

09–16 Haziran 2009 tarihleri arasında bir haftalık Kırım gezim sırasında, araştırmacı yazar-şair sıfatım ile gördüğüm yerlerdeki izlenimleri hep not tuttum. Yazı köşemde, Kırım yarımadasında dolu, dolu geçen günlerimi,  Kırım’ın tarihi yerlerini, doğal güzelliklerini, Kırım’ı yüzyıllardır kendilerine öz yurt yapmış, KIRIM TATAR TÜRKLERİNİN yaşayışlarını, 18 Mayıs 1944 ‘de yapılan sürgünün, (Kırım’ın Kırımı diasporanın) halen süren etkilerini, gelenek, görenek, örf, adetlerini, destanlarını,  halk hikâyelerini, duyduğum, gördüğüm kadarıyla, yorumlarım ile birlikte buradan sizlere aktaracağım.

Yazı serime başlamadan önce Kırım’a yaptığım gezi sırasında, beni Simferopol havaalanında karşılayarak otelinde ağırlayan Sayın Enver KAKURA’YA, saygıdeğer eşi Sayın Zahira KAKURA’YA,  ilk günden dönüş gününe kadar bana rehberlik eden Sayın Esken AMETOV, Sayın Amethan TINÇEROV’A eşleri Av. Sayın Zamira AMETOV, Kırım Devlet Televizyonunda çalışan Sayın Zalima TINÇEROV’A, arabası ile Kırım’ı gezer iken hoş sohbetlerde bulunduğumuz Sayın Rüstem SEİTASANOV’A, Kırım Devlet Televizyonunda haber programına davet ederek, benimle program yapan muhabir Sayın SUZANNA’YA, Simferopol Çistinkaya bölgesinde güzel bahçe avlulu evinde, ceviz  vişne ağaçlarının altında, kendi hazırladığı  o nefis vişne suyunu içerek, sohbet ettiğimiz Sayın Roza hanıma, bir akşam evlerinde misafir olduğum, VELEROVNA ailesine,  bol köpüklü Türk kahvesi hazırlayıp, sunan Sayın Ülker VELEROVNA’YA, yeşil çay içerek sohbette ettiğimiz Sayın Velinur VELEROVNA’YA, kızları Zühre, Elmas VELEROVNA’YA, Simperopol Lenin Meydanı yakınında Divan Cafenin sahibi Sayın Murat Beye, buradan ismini sayamadığım tüm Kırım Tatarı dostlarıma, dost, sevecen, misafir sever davranışlarından dolayı sonsuz   teşekkürlerimi sunar, Kırım da yaşayan tüm Kırım Tatar Türklerine ak topraklar dedikleri  Anadolu’dan, Antalya’dan selamlarımı sunarım…

Bugün kısaca Kırım’ın tarihçesinden bahsedeceğim.

Geçmişte ve günümüzde Kırım yarımadasında yaşayan, pek çoğumuzun ‘TATARLAR’ olarak andığı Kırım Türkleri, bu günkü Kırım topraklarına, 9. ve 10. yüzyıllarda gelmeye başladılar. O yıllarda ‘Kıpçaklar’  olarak  biliniyorlardı. Rus kaynaklarındaki isimleri ise ‘Kumanlar’  idi.  Kıpçaklar, savaşçı insanlar olmakla birlikte, kalıcı devlet kuramadılar. Genel olarak, birlikte oldukları milletlerin yönetimlerinde yaşadılar. 12. yüzyılın sonlarına doğru ALTIN ORDA (ALTINORDU )olan devletin temelleri atıldı. 1238 yılında BATUHAN devletin hâkimi olmuştu. Devletin halkı, genelde Kıpçak Türklerinden oluşuyordu. XIII. ve XIV. y.y.'lar da Altın Orda, siyasî, iktisadî ve kültür bakımından Türk dünyasının en önemli bir ülkesi idi. BATUHAN’IN kardeşi BERKE HAN Müslümanlığı kabul edince Kıpçaklar, kültürel bir değişime girdiler. Bu değişimin sonunda ilk defa ‘Kırım Türkleri’  denilen millet oluştu. ALTINORDU Devleti, son hakanları Toktamış Han zamanında, Emir Timur’a yenilince gücünü kaybetti. 1419 yılında tarih sahnesinden tamamen silindi. Yerine  hanlıklar kuruldu. Kırım, Kazan, Sibir, Astrahan hanlıkları, Nogay Mirzalığı. 

Hacı Giray’ın kurucusu olduğu Kırım Hanlığı 1454 yılında, Osmanlı Devleti’nin askerî desteği ile kendilerini rahatsız eden Cenevizlileri yendi. Böylece Osmanlı Devleti – Kırım Hanlığı ilişkisi başladı.

İkinci Kırım Hanı Mengli Giray döneminde Kırım, Osmanlı Devleti’nin himayesine girdi. Himaye 300 yıl devam etti.  Rusya’nın gelişme politikalarını uygulamaya koyduğu dönemlerde Kırım’da taht kavgaları başlamıştı. Osmanlı Devleti de güç kaybediyordu.  Olaylar aynı tarih dilimine denk geldi. 1768 – 1774 Osmanlı Rus Savaşları yaşandı ve 21 Temmuz 1774 tarihinde Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı. Bu Antlaşmaya göre Kırım, Osmanlı’dan kopartıldı, bağımsızlaştırılarak Rusya’nın kolayca yutabileceği bir lokma haline getirildi. Ruslar, Kırım’daki taht kavgalarını körükleyerek iç  savaş haline dönüştürdüler.

Bu sebeple Kırım Türklerinin bir bölümü, 1778 yılında, ‘Ak Topraklar’ dedikleri Osmanlı yönetimindeki  bölgelere göç etmeye başladılar. Yerlerine, 75.000  Rus köylüsü yerleştirildi. 8 Nisan 1783 tarihinde Rus Generali Potemkin komutasındaki Kızıl Ordu, Kırım’ı işgal etti. Kırım, Rusya’nın bir vilâyeti haline getirildi. Kırım Türklerinden bir bölümü daha  Ak Topraklara (Anadolu’ya) doğru yola çıktı. 1783 – 1800 yılları arasında 500.000 kişi evini yurdunu terk etti. 1783’te Kırım’daki Türk nüfus %98 iken 1897’deki nüfus sayımına göre Türk nüfus % 35’e düşmüştü. Göçler, 1800’lü yıllar boyunca hep devam etti. Romanya üzerinden Polonya steplerine, Litvanya’ya, Avrupa dan A.B.D kadar göç dalgası sürdü.  Bu değişik tarihlerde süren göçlerde Sayı, 1,5 milyona ulaşmıştı.      Bugün Türkiye topraklarında bile 6–7 milyon Kırım kökenlinin yaşadığı tahmin edilmektedir.( Günümüzde Türkiye'de yaşayan ve geniş halk kitleleri tarafından tanınan Kırım kökenli sanatçılar arasında: orkestra Şefi Gürer Aykal, soprano Remziye Alper, Türk Sanat Müziği'nde Nesrin Sipahi ve Sami Aksu, Türk Halk Müziği'nde Yıldız Ayhan, bestekâr ve yorumcu Orhan Gencebay. Türk Hafif Müziği ya da pop müzikte Erol Büyükburç, Esin Engin, Emel Müftüoğlu, Mithat Körler, Ulvi Kırımlı, Ozan Orhon.

Sinema sanatçıları: Cüneyt Arkın (Fahreddin Cüreklıbatur), Kartal Tibet, Suzan Avcı, Aydan Şener, Zihni Göktay, Meral Konrat, Türkiye'de de tanınan dünyaca ünlü Yazar Cengiz Dağcı, Afet Ilgaz ve şu anda isimlerini yazamadığımız birçok siyasetçi, müzisyen, sanatçılar kendi dallarında Türkiye'de tanınmışlar ve birer ekol olmuşlardır.)

1900’lü yılların başında, yarımadada kalan Kırım Türklerinin sayısı, 300.000 olarak tahmin ediliyor. İkinci Dünya Savaşı yılları, Kırım Türkleri için acılarla dolu olarak geçti. Güzel Kırım da kan ve gözyaşı vardı. Kırım kan ağlıyordu…

Savaş sonunda ( SSCB) Devlet Başkanı Stalin Kırım Türklerinin savaş sırasında Almanlarla işbirliğini yaptığını iddia ederek, topyekûn sürgüne gönderilmesini emretti.18 Mayıs 1944 de iki saat içerisinde 423.100 kişiden oluşan Kırım Tatar Türkleri tren vagonları ile Türkistan’a Sibirya’ya sürgüne gönderildi. Yolda 195.371 kişi mevcut şartlara dayanamayarak öldü. Yıllardır Kırım Türklerinin sürgünde mücadelesi efsanevi lider Mustafa Abdülcemil KIRIMOĞLU önderliğinde devam etti. 6 Temmuz 1987’den 5 Ağustos 1987 ‘ye kadar devam eden Kırım Tatar Türklerinin Moskova gösterileri neticesinde, SSCB yönetimi Kırım Tatar Türklerinin Vatana ihanet suçlarını kaldırdı. Vatana dönüş için beklenen izin nihayet 1990 yılının Temmuz ayında çıktı. O tarihlerde Kırım Türklerinden bir grup,  2–3 ay süren çileli yolculuktan sonra ata  yurduna dönebildi. 1944’e ayrılırken üzerlerindeki elbiselerden ve gönüllerindeki vatan  aşkından başka hiçbir şeyleri yoktu. Dönüşte ise ceplerinde diplomaları, altlarında arabaları,  cüzdanlarında az veya çok paraları vardı. Kimi inşaat mühendisi, kimi doktor, kimi müzisyen olarak meslek sahibi de olmuşlardı.  Vatana döndükten sonra aylarca naylondan yapılmış çadırlarda çok zor şartlarda yaşadılar. İmkânı olanlar kendi evlerini  kendileri inşa ettiler. Olmayanlar ise zor şartlar altında, fakat vatanda  olmanın huzuru içerisinde  yaşamaya çalışıyorlardı. Kurumuş ağaçtan yeşeren filizin tekrar dal budak salarak yeşermesi gibi, yok edilmeye çalışılan bir milletten, yeniden filiz salarak, yeni nesilleri ile tarih sahnesinde tekrar millet olma, var olma mücadelesi veriliyordu. Sürgün yerlerinden tekrar öz yurt topraklarına göçler neticesinde, bugün itibarıyla Kırım’da,  Kırım Tatar Türklerinin nüfusu 350 bine yaklaşmakta. Kırım Özerk Cumhuriyeti 2.600.000 nüfusa sahip. Etnik dağılım Ruslar %67, Ukraynalılar % 22, Kırım Türkleri  % 10–13 nüfusa sahip.                                  

Yıllardır yakından hep takip ettiğim, makale yazılarımda sürekli konu ettiğim Kırım Tatar Türklerinin Öz yurdu, KIRIM YARIMADASINA 09.Haziran 2006 Salı günü öğlen saat 13.10 civarında, Ukrayna Cumhuriyetinin, Kırım Özerk Cumhuriyeti Başkenti Simferopol (Akmesçit) havaalanına indim. Yaklaşık iki asır önce bu topraklarda yaşamış atalarımın vatan topraklarından Rus boyunduruğunda yaşamamak için zorunlu göçünden sonra tekrar bu ata topraklarına dönme heyecanım beni çok duygulandırmıştı.  Uçaktan inince atalarımın yaşadığı yurt toprağını öptüm. Bu topraklardan göç eden Gavle Ninemi, Derviş Ali Habib Dedemi andım. İçimden onlara ve tüm vatan şehitlerine dua okudum. Havaalanında pasaport işlemlerimi halleder iken mecburi form doldurttular. Bu form da “ Ne için geldiniz? Nerde ikamet edeceksiniz?” gibi sorular vardı. Gümrükte, Simferopol (Akmescit ) yaşayan Kırım Tatar Türkü dostlara yanımda götürdüğüm hediye küçük koliyi, geçirmediler. Belli bir ücret ödemek zorunda kaldım.( Maalesef rüşvet orada bariz şekilde devam ediyor.) Daha önceden planlandığı şekilde havaalanında değerli arkadaşım Kırım Tatarı R.Adnan KURT’UN dostu Sefa Otelinin sahibi Sayın Enver KAKURA beni karşıladı. Otele gidip yerleştikten sonra bana rehberlik edecek Sayın Esken AMETOV, Sayın Amethan TINÇEROV geldiler. Kırım gezisi ile ilgili birlikte program yaptık. Ertesi gün sabahtan rehber Sayın Esken AMETOV, gideceğimiz araba ile geldi. Sayın Rüstem SEİTASANOV’UN kullandığı araba ile Bahçesaray’a Kırım Hanlarının yaşadığı Han sarayı görmek için doğru yola çıktık. Yolda daha önce telefon ile görüştüğüm Kırım Tatar Türklerinin Sevilen Milli Sanatçısı, Kırım Tatar Şarkılarını çok iyi yorumlayan (yırlayan) Sayın Elnara KÜÇÜK( Şu anda Antalya Kemer’de bir program için davetli) ile ayaküstü görüşüp, Antalya’dan getirdiğim hediyesini takdim ederek,  Türkiye’den tarafına gönderilen selamları illettim. Şehrin ana yollarından geçerken kaldırımlarda yıllar önce ekildiği anlaşılan kocaman ağaçlar dikkatimi çekti. Şehir planlaması çok güzel olmuştu. Yolda, caddelerde troleybüsler çalışıyordu.(Avrupa’nın en uzun troleybüs hattının 86 km uzunluk ile Sımferopol- Yalta arasında olduğu söylendi .) Toplu taşımacılık çok rahattı. Her yer yemyeşil ağaçlar ile donatılmıştı. Yolda gider iken 2–3 plastik seraları da görünce kendimi biran Antalya’nın o eski bahçelik seralık olduğu dönemlerde sandım. Yolda küçük göletler gördüm. Sulamayı bu göletler vasıtasıyla yapıyorlardı. Rehber Esken Kırım’ın birçok yerinin ikliminin meyve sebze üretilebilmeye müsait olduğunu, Ukrayna’nın bir nevi Antalya sı konumunda görülebileceğini söyledi.

Şehir çıkışında Bahçesaray –Sevastopol (Akyar ) yolu üzerinde boş arazilerde derme çatma kurulmuş Tatar evlerini gördüm. Bizde mevcut gecekondular gibi Tatarlarda tekrar yerleşebilmek için kondular yapmışlar. Devletten de daha sonra tapu alınca normal düzenli evleri yaptıklarını söylediler. Çistinkaya bölgesi Simferopol’un (Akmesçit)  en yerleşik yoğun Tatar Türklerinin yaşadığı yer.340 bin nüfusa sahip Simferopol (Akmesçit) şehrinde Kırım özerk Cumhuriyetinin Başkentinde yaklaşık 36.000 bin civarında Kırım Tatar Türkü yaşıyor. Rivayetlere göre tarihe geçmiş o meşhur Osmanlı komutan Baltacı Mehmet Paşa ile Rus Çarı Deli Petro’nun güzel eşi Katerina ile görüşmesi de bu topraklarda geçmiş. Baltacı Mehmet Paşa, Rus Çarı Deli Petro’yu elinden bırakınca, bir süre sonra Deli Petro tekrar toparlanıp güç alarak, ileri dönemlerde de Kırım hanlığına saldırarak, yıkılmasına sebebiyet vermiş. Bahçesaray toprakları Simferopol (Akmesçit) e göre daha ak. Bahçesaray şehri, 1530 – 1783 yılları arasında Kırım Hanlığı’na başkentlik yapmış. Kırım Hanlığının Han sarayı, dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçileri ağırlamakta.  Güney-doğu Avrupa’da Türk-İslam kültürünün bir abidesi olarak özel bir öneme sahip.  Han saray iki kayalık vadi arasında kurulmuş. Etrafı nehir yatağı ile çevrilmiş. Han sarayın girişi nehir yatağının üzerinde kurulmuş köprü vasıtasıyla olmakta. Giriş kapısı çok ihtişamlı. Han sarayın içerisindeki binaların bir kısmına halen restorasyon yapıldığından dolayı ziyarete kapalı. Han sarayın içinde yüksek, kalın gövdeli, yaşlı ağaçlar mevcut. Görenlerin "Tatar El Hamrası" diye nitelendirdiği Han saray, birbirine bağlı fakat farklı zamanlarda inşa edilmiş binalardan meydana gelen büyük bir kompleks. 16. yy. başlarında (1503'te) Kırım Hanı I. Mengli Giray Han döneminde inşasına başlanan Han saray, müteakip hanlar tarafından da genişletilerek bugünkü ihtişamlı haline kavuşmuş. Yapımında İran'dan, Anadolu'dan ve İtalya'dan ustalar ile Rus ve Ukraynalı köleler çalışmıştır. Topkapı sarayının küçük ama zarif bir benzeri gibi. Bunda da, İstanbul'da yetişen Kırım Hanlarının geri döndüklerinde İstanbul'da gördüklerini Han saray’da uygulatmaları etkili olmuş. Han saray, içinde barındırdığı birbirinden kıymetli sanat eserleriyle ve hikâyeleriyle ziyaretçilerini derinden etkiliyor. Han saray içinde ayrı bir hava var. Vaktiyle tatar atlı süvarilerin volta attığı sarayın avlusunda, artık sarayı gezebilmek için sırasını bekleyen turist grupları beklemekte. Sarayı rehberiniz eşliğinde gezmeye başladığımızda her köşede anlatılan ayrı bir tarihin ve hikâyenin olduğunu gördüm. Harem, hamam orda da mevcut. Gözyaşı çeşmesinde mermere işlenen bir sevdayı, Puşkin’in Bahçesaray Çeşmesi şiirinin mısralarında ise, bu büyük aşkın ölümsüz izleri bulunmakta. Demirkapı  Kırım Hanlığı’nın haşmet ve gücü hakkında ipuçları veriyor. Altın Çeşme, geçmişteki zenginliğinden izlerini taşırken, Altın Orda’da azamet ve ihtişamı, Harem’de geçmişin gizemlerini derinden derine teneffüs ediliyor. İki minareli Han Camii ise ayrı bir güzelliğe sahip, sanki estetiğin semaya açılan bir kapısı gibi.    Büyüleyici güzelliği ile insanı etkileyen, bir türlü ayrılmak istemediğim han saraydan, Rehber Esken AMETOV biraz ötede Zincirlikuyu Medresesini görmek gerektiğini söyleyince, Kırım Tatar Hanlarının Sarayından istemeyerek ayrılarak, Zincirli Kuyu Medresesine, 19.yy sonu Kırım'da yeşeren ve "Dilde Fikirde İşte Birlik" şiarı ile bütün Türk Dünyasını kaplayan bir fikri ortaya atan İsmail GASPIRALI’NIN da mezar ve anıtına doğru hareket ettik. Rehber Esken AMETOV’UN söylediğine göre son zamanlarda Tatarlar han saray etrafındaki eski evleri tekrar satın alarak, işyerleri ve restoranlar açmışlar. Yolda gider iken de gördük. Tatar aşlarını (yemeklerini ) hazırlayıp, turistlere sunuyorlarmış. Han saraya yaklaşık 1, 1,5 km uzaklıkta bulunan Zincirlikuyu Medresesine vardık Levhada Türkiye Cumhuriyetinin restorasyon yaptığı yazıyordu. Zincirlikuyu Medresesi çok ünlü imiş, burada Kırımlı Aydın, İsmail GASPIRALI’DA (1851–1914) ders vermiş.  Dışarıda mezarı ve anıtı var idi. Yanında 10 Mayıs 2007’de Türkiye’den naşı getirilerek mezarı yapılan Mustafa Ediğe KIRIMAL’IN mezarı vardı. ( Kırım Türklerinin liderlerinden Dr. M.Edige KIRIMAL,  bir sosyoloji doktoruydu. Rusça, Almanca ve Lehçe’yi ana dili gibi bilmekte ve bu dillerde idealini savunabilme yeteneğine de sahip bulunmakta idi. Kırım’ın bağımsızlığı için mücadele etmiş. İkinci Dünya Savaşı esnasında ve sonrasında Almanya’da faaliyetlerde bulunan, binlerce Türk asıllının esir kamplarından ve ölümden kurtulmasını sağlamıştı. Cenazesi ölümünden 27 yıl sonra Münih’te düzenlenen bir törenin ardından vatanı Kırım’a gönderilerek burada mezarı yapılmıştı.) Mezarların başında dua okuduk. Mezarların yakınında Zincirli Kuyu Medrese Binasının giriş kapısında üstten iki yan tarafa doğru sarkarak duvara monte edilmiş halkalı kalın zincir vardı. Rehber Esken AMETOV’UN anlatışına göre “ Tatarların Görkemli Hanlığı yıkılınca Rusların Medreseye başı dik girmesin, başlarını eğerek girsinler diye kapıya bu şekilde zincir Tatarlar tarafından yapılarak asılmış.” Medrese 1500 yıllarında yapılmış. Devlet koruması altına alınmış. Medrese müştemilatında bulunan yıkılmış diğer binalarında restorasyonu devam ediyordu. Medrese dışında küçük tezgâhlarda hediyelik eşya satanlar vardı. Yıllar önce Kırım Hanlarına Başkent olmuş, Bahçesaray güzel bir şehirdi. Ak toprakları olan bu şehirde,   Kırım Tatar Millet Meclisi Başkanı, Ukrayna Milletvekili efsanevi Kırım Tatar Türklerinin Lideri Mustafa Abdulcemil KIRIMOĞLU yaşıyor. ( Kendisi ile 2004’de Antalya’da Falez Otelde görüşmüştüm. Simferopol’da Kırım Tatar Millet Meclisini ziyaretim esnasında da,  dışarıda olması münasebetiyle görüşemedim. İlgililere kendisine iletilmek üzere kitabımı bırakarak,  selamımın iletilmesini isteyerek ayrıldım.)

Bahçesaray’dan Sevastopol (Akyar’a ) doğru hareket ettik. Sahile doğru yalı boyu tatarlarının yaşadığı yerlere doğru gidiyorduk.

Sevastopol’a (Akyar ) gider iken yolda Rehber Esken AMETOV’UN anlattığına göre, Kırım da yaşayan Tatarlar kendi aralarında tanımlama yapmışlar. Sahilde yaşayanlar, daha sarı açık tenli olanlara,Yalı Boyu Tatarları demişler, Yalta taraflarında çok,  orta kesimlerde ziraat, tarım ile uğraşan, ticaret yapanlar, biraz daha koyu tenli, daha uzun boylu, dalgalı saçlı olanlar Tat boyu,  yüksek yerlerde, step ikliminin görüldüğü yerlerde, hayvancılık ile uğraşan,  daha çekik gözlü, mogol tipi hâkim olanlara da Nogay Tatarları..

    Esken Kırım’da Türklerden sonra en yoğun kalabalığa sahip topluluğun Yahudiler olduğunu söyledi. İkinci Dünya Savaşından sonra Yahudi lobisi İsrail’i kurma planını önce Kırım’da denemek istemiş. Daha sonra Özbekistan’da bir bölge düşünülmüş, son olarak da Filistin toprakları belirlenerek, İsrail devleti için Yahudilerin önce topraklar satın alınarak, daha sonra ise gemi ile dünya Yahudileri oraya taşıyarak 1948’de nasıl İsrail devletini oluşturmuşlar.

Sevastopol’a( Akyar ) Kırım’ın güney batısına doğru gider iken, yol kenarları ağaçlıktı. Yollar çok bakımlı idi. Biryandan da Rehber Esken AMETOV bana bilgiler veriyordu. AMETOV son kurultayda Mustafa Ağanın (Mustafa Abdulcemil KIRIMOĞLU) Kırım’ın yerleşim yeri isimlerinin Rusça olmasını eleştirerek, levha üzerine kendilerinin de Tatarca isimleri yazabileceklerini söylediğini belirtti. Sevastopol (Akyar) tarihte Türk-Rus savaşlarının yapıldığı yerler. Bu yerleri gördük. Osmanlı askerleri bu toprakları kaybetmemek için, buraların Türk Yurdu kalması için Anadolu ve İmparatorluğun birçok yerinden buralara gelerek savaşmıştı. Sevastopol’u İstanbul’a benzetiyorlar. Buraya, Tatarlar küçük İstanbul diyorlar. Gerçekten de sahile inince bir an kendimi İstanbul’un boğazında sandım. Denizde gemiler, feribotlar, yatlar vardı. Sahilde eski tarihi binalar, göze çarpıyor. Arabayı koyduğumuz yat limanında. Oto parkçı yoktu.(Bizde bu tür yerlerde hemen oto parkçılar yanaşır. Bilet keser. Kırım’da bizdeki gibi oto parkçılar yok.)Ruslar genellikle buralardan yazlıklar alıp, yerleşmişler. İleri de referandum ile Rusya’ya bağlanmasının bile söz konusu olabileceğini söylüyorlar. Sevastopl’un girişi Marmaris’in girişi gibi. Gür ağaçlar ile donatılmış. Sevastopol yıllardır Rusya’nın askeri üst liman şehri olarak yer almış. Bu şehir 1995 yılına kadar askeri konumundan dolayı sivillere kapalı imiş.  Rehber Esken Sevastopol’u (Akyar) küçük İstanbul, Ekvatorya’nın (Gözleve)  İzmir’e, Simferopol’u (Akmesçit) Ankara’ya benzettiklerini söyledi. Rusya Sevastopol’a çok yatırım yapıyormuş. Her sene yaklaşık 30 bin Rus gelip yerleşiyormuş. Sevastopol, (Akyar)  Aluşka’da Rus Çarlarının, sarayları varmış. Sevastopol (Akyar ) tam bir Rus şehri olmuş. Burada çok az Tatar var. Sevastopol’un girişinde ünlü Rus Aydın Aleksandr SAHAROV’UN anıtı vardı. Sevastopol ( Akyar)  deniz sahilinde geçmiş dönemlerden kalma kocaman toplar vardı. Şehir güzeldi. Mc Donald’s’ın burada da mağazası vardı. Sevastopol’dan (Akyar)  Balaklava (Balıkova) doğru giderken yazlık villa tipi evler oldukça yoğundu. Balaklava (Balıkova), da Sevastopol’(Akyar) a yakın. Tarihi bir yer. Burada Karadeniz sanki uzun geniş bir nehir gibi kıyıdan içeriye doğru girinti yapmış. Kıyıda içeriye doğru sokulan uzunca bir koy var. Tepede kayaların üzerinde kale, surlar var. Burada dağın içine oyulmuş, dışarıdan görülmeyecek şekilde güvenliği sağlanan Rusya’nın önemli deniz tersanesi var. Burada denizaltıları, gemiler hem korunma, güvenlik, hem de tadilat amaçlı olarak barınıyormuş. Burası da önceleri sivillere kapalı imiş. Sadece Rusya’nın askeri amaçlı olarak kullandığı yerler arasında imiş.

Buralarda da Yunanlılardan kalan kalıntılar var. Eski dönemlerde Yunanlılarda buralarda deniz kolonisi kurarak yaşamışlar. Sahilde kurmuş oldukları seyyar stantlarda, deniz turlarını pazarlamaya çalışan Rus turizmci bayanlar vardı. Burada da bizde bizim oralarda olduğu kadar, (Kemer, Side, Belek, Alanya… ) Avrupalı turist yok idi. Turizm yönünden elverişli konumda olan yerlerde yeterli turistin olmayışı dikkatimi çekti. Akşamüstü, Simferopol’a geri döndük. Şehir merkezine yakın Murat Beyin çalıştırdığı Divan Cafe de yeşil çay içip dinlendikten sonra Lenin meydanında, müzik şöleni vardı. Oldukça kalabalık geçen şölende, Rus’yanın, Ukrayna’nın tanınmış şarkıcıları, meydanda biriken, dans eden, oynayan, bira, içki içen topluluğa şarkılar söylediler. Gece de havai fişeklerin gökyüzüne atılmasıyla şölen, sona erdi.

12.06.2009 günü bir gün önce Rehber Esken AMETOV ile konuştuğumuz gibi, deniz malzemelerimizi de alarak, araba ile sabahtan Ekvatorya’ya (Gözleve)  hareket ettik. Yolda Burada önce tarihi Tatar şehri Gezleve’yi de görecektik.  Yolda gider iken, sıcak suların, kaplıcaların  bulunduğu ( Sandıklı, Gazlı göl, gibi..) Sat bölgesini de gördük. Buralara kamlıca tedavisi görmek için Rusya’nın çeşitli bölgelerinden gelenler oluyormuş. Yolda gider iken Tatarların kurduğu yeni camileri gördüm. Tatarların yerleşim yerlerine yeniden camiler inşaat ettiklerini görmek beni sevindirmişti. Ekvatorya’ya (Gözleve) gider iken, yolda bir Rus işadamının yaptırdığı 50 dönümlük arazi üzerine kurulmuş Aguaparkı gördüm.  Deniz kenarlarında tıpkı Antalya’da olduğu gibi piknik yapmaya gelmiş, arabalarını yola park etmiş aileleri, gördüm. Ekvatorya’da (Gözleve) hava daha sıcaktı. İlk önce şehir merkezinde bulunan eski tarihi yer olan Odun Pazarı Kapısına gittik. Eski bir kale idi. Eski şehir Gezleve’nin şehir girişi kapılarından biri imiş. Bize Nogay Tatarı Dilara Hanım eşlik etti.  Tarihi surun içinde üst katta eski şehri canlandırmak için maketini yapmışlar. Maket üzerinde ışıklandırma, ezan sesleri ile şehir canlandırılmış. Şehir 1475 yılında Tatarlar tarafından kurulmuş. Tatarların devleti yıkılınca şehir bozulmaya başlamış. Yaklaşık 50 sene önce de komünizm döneminde şehir surları yıkılmış, şimdi yap-işlet modeli ile bir Tatar şirketi çalıştırıyormuş. Kale duvarlarında resimler, haritalar, Tamgalı Tarak Kırım Tatar Türklerinin Bayrağı vardı. Işıklar yanınca sular ile çevrili eski şehir Gezleve göründü. Camiler de ışık yanıp sönüyor, ezan okunuyordu.  Gezleve tatarca da Gözcü ev anlamına geliyormuş. Şehir zamanında 3 km surlarla çevrili imiş. Surlar maalesef kominiz zamanında yıkılmış. !783’de yapılan savaşta Gezleve’yi Ruslar almış. Harap ederek, yıkmışlar. Şehre 5 kapı ile giriliyormuş. Güneyde (deniz kenarında) İskele kapısı, Ar Kapısı, Akmola Kapısı, Toprak Kapısı, Odun Pazarı Kapısı. O yıllarda şehirde 18 adet cami varmış. Camilerde ezanın biri okunup bittikten sonra diğeri başlıyormuş. Şimdi sadece şehirde 3 cami ayakta kalabilmiş. En büyük cami Cuma Han Cami 1552 de Mimar Sinan’ın Mimarlığını yaptığı cami.  Kırım Hanları burada Cuma hutbesi ile Hanlığını ilan ediyormuş. Bu şehir aynı zamanda ticaretin yapıldığı bir şehirmiş.  Duvarlarda Soyağacını belirten bir resim vardı. Hacı Giray Han 1442’de 36 milleti bir araya getirip, “Biz artık Kırım Tatarıyız .” diyor. Bize anlatımda bulunan Nogay Tatarı Dilara Hanıma “ Ben hangi Tatarları benziyorum. Hangi Tatarlardan olabilirim? “iye bir soru yönelttim. O da  “Sarı açık tenli olarak Yalı Boyuna benziyorsunuz.” Dedi. NogayTatarı Dilara Hanıma “ Süyün Bike Adın! Nogay Tatarı Aslın” adlı şiirimi okudum. Duvarda asılı Kırım Tatarlarının bayrağı Tamgalı Tarak Gök Bayrak hakkında da bilgi verdi.  Tamgalı Tarakın üç anlama geldiğinden bahsetti. 1-Kartal, yönlendirme, güç, kuvvet 2- Tamgalı Tarakın Milletleri bir araya getirip, tarayarak, birleştirmek 3-Terazi olarak adaleti temsil ettiğini belirtti. Duvarlarda Avrupa’dan gelen ressamların çizdiği Tatarların Gezleve Şehrinde yaşamından kesitlerin çizimleri vardı. Oturmuş nargile içen Tatarların resimleri vardı.  Tatarlar o dönem İslami yeti seçmiş olduklarından, İslami düşüncede canlı resim çizimleri günah olduğundan dolayı o dönemlere ait resimleri hep yabancılar çizmişler. Tatarlarda o dönemlerde de çiğ börek varmış. Çiğ börek, et yemeğe alışkın olan Tatarlar savaşa çıktıklarında yanlarında götürdükleri etlerin bozulmaması için yaptıkları hamurun içine koyarak, silah olarak kullandıkları kalkanı da ateşin üzerine koyarak pişirip yemişler, yanlarında bulundurmuşlar. O dönemlerden bugüne Rusların Votkası, Tatarların kahvesi meşhurmuş. Kız istemeye gidildiğinde, kız eğer oğlan tarafına gönlü yok ise acı kahve, orta gönüllü ise orta şekerli kahve, istekli ise tatlı kahve hazırlar getirir imiş.  Salonda Tatar evleri giysileri maketler ile canlandırılmıştı. İlgimi çeken duvarda asılı olan urba denilen elbiselerde yaka kesik değildi Nogay Tatarı Dilara’ya sordum O da Evlenenler için hazırlanan urba iç giysilerde baş kısmının bütün olduğunu, evlenince başa göre sonra kesilerek açıldığını ifade etti. Gezleve sokaklarında dolaştık. Aynı bizim Antalya’da kale içi sokakları evleri gibi bir ortam vardı. Eski evler yeni yeni restorasyon yapılmakta idi. Sokaklarda gezerken eski yaşantıları düşünmemek elde değildi. Gezleve’de Mimar Sinan’ın eseri Han Camiinde (1552) öğle namazı kıldık. İçerde Tatar İmam genç çifte imam nikâhı kıyıyordu. Aynı bizdeki adetler orda da devam ediyordu.

Ekvatorya’da (Gözleve) şehir içinde ulaşım tramvaylar vasıtasıyla düzenli bir şekilde trafiği aksatmadan yapılıyordu. (Bizde olduğu gibi plansız programsız değil.) Şehri dolaştık. Kazak lokantasında mantı yedik. (İçi koyun etinden hazırlanmış.) Çok lezzetli idi. Sahile giden yol trafiğe kapalı idi. Yolda satıcılar, tur operatörleri vardı. Sahilde plajda denize girdik.  Deniz tuzlu değildi. Biraz soğuk olmasına rağmen güzeldi. Sahilde Ruslar ellerinde kurutulmuş balık satıyorlar. Rusya’da kurutulmuş balığı birçok mağazada da görebiliyorsunuz. Simferopol’a döner iken yolda Bir gün sonra gideceğim Yatla, Aluşka’yı kırlangıç yuvasını, 1243 mt yüksekte bulunan Aypetri’yi, uçan suyu konuştuk…

Sevastopol (Akyar ) yolundan Simferopol’a (Akmesçit) döner iken yol üzerinde Panorama adlı bir yere uğradık. Burası anayol üstünde park içerisinde dışı motifler, resimlerle donatılmış, tarihi görünümlü bir bina idi.  Dışarıda cam panolarda tarihi savaşların resimleri sergilenmişti. Binanın içerisinde ise geçmiş dönemlerde yapılan tarihe geçmiş savaşların ses ve görüntü eşliğinde canlandırılmıştı. (Anıtkabirde Çanakkale, Kurtuluş Savaşlarının canlandırılması gibi .)  Dışarıda bahçenin bir tarafında da Osmanlı –Rus- İngiliz.. Gemilerinden kalan geçmiş dönemlere ait, 1, 1,5, 2, 2,5 ton ağırlıklarında oldukları yazılar ile belirtilen gemi çapaları sergilenmişti. Simferopol’a (Akmesçit) akşamüstü döndük. Kaldığım Sefa otelinde dinlendim.

Hafta sonu Rehber Esken AMETOV’UN eşi Sayın Av. Zamira AMETOV ile birlikte sabahtan Aluşka, Yalta’ya doğru yola çıktık. Yolda gider iken devamlı Simferopol- Yatla arasında çalışan troleybüsleri görüyorduk. Avrupa’nın en uzun troleybüs hattı ile bu yol (86 km) 3 saatte alınıyormuş. Yol üzerinde gider iken arabaların durup mola verdiği Camca’da biz de mola verdik. Molada oranın meşhur yiyeceği, fırında yapılan Samsa’dan yedik. (Çok güzeldi. Hamurun içine kıymalı soğan koymuşlar.  O bölge Antalya’nın Çakırlar gözleme yenilen bölgesi gibi ) Yol da gider iken müstakil villa tipi evler hemen göze çarpıyordu. Aluşka’ya doğru gider iken bitki örtüsü de değişiyordu. Denize doğru yaklaştıkça çam ağaçları görünmeye başladı. Aluşka çok yeşil ağaçlarla donatılmış,  otelleri olan, turizm bölgesi olan bir yerdi. Sahilde biraz dolaşıp, gezdik.  Aluşka ile Yalta arası 30 km. Yolda gider iken Rehber Esken deniz sahiline doğru uzanan Ayyu Dağını gösterdi. Onun halk arasında söylenen hikâyesini anlattı. “Geçmiş zamanda bir ayı ormandan sahile inmiş, bir genç kıza aşık olmuş.  Genç kız ayıdan korkup, denizde adaya çıkınca ayı da onun yanına gitmek için deniz suyunu yutmaya başlamış. Su çekilince adaya çıkacakmış, deniz suyunu yutmuş, yutmuş, bir türlü deniz suyu eksilmemiş. Ayı da içtiği suların etkisiyle bir müddet sonra denize doğru uzanarak uyuyan ayı kaya dağ görünümünde oluşmuş.  Bura da ünlü Rus Yazar Puşkin’in de şiirlerini yazdığı köyden de geçtik.

Yalta’ya gittik. Yatla güzel bir sahil şehri idi. Hafta sonu olması nedeniylede oldukça sahili kalabalıktı. Kumsalda denize giren insanlar vardı. Sahilde gezer iken Lenin anıtının yakınında Çar Saltanat Koltuklarında, yeni evlenen çiftler fotoğraflar çekiniyorlardı. Ormanın yeşilliğin deniz ile birleştiği bir yerdeydik. Yalta camiinde arabayı süren Rüstem SEİTASANOV ile öğlen namazı kıldık. Cami şehir merkezinde, olmasına rağmen bakımsızdı. Yalta da ormanların arasında tepeye doğru çıkar iken, uçan su denilen yere uğradık. Tepeden çağlayan şekilde su dökülüyordu. Çok güzel manzara görüntü vardı. Oradan Aypetri (Zirve) doğru yol alır iken, aşağının görünen manzarası çok güzel idi. Arabayla durup, fotoğraf çektirenler vardı. Bu ağaçlık, virajlı yolda belli zamanlarda ralli yarışları da yapılıyormuş. Aypetri (Zirve) 1243 m. Buradan Yalta, Aluşka sahilleri ormanlar çok güzel görünüyor. Zirvede tatarlar lokantalar kurmuşlar. Şaşlık (Şiş Kebab) çulpa ( Etli tatar Çorbası ), gözleme yapılıyordu. Tezgahlarda  Kırım milli giysileri, eşyalar, satılıyordu. Bu bölgede hayvancılık ile uğraşan Nogay Tatarları yaşıyordu.  Buradan daha aşağıda olan Baydar kapısına geçtik. Baydar Kapısı tarihi bir yerdi. Kırım hanları yalı boyuna inerken(deniz sahiline) bu kapıyı kullanırlarmış. Bu kapı Hanları korumak, güvenliğini sağlamak içinde yapılmış. Yolda tatar lokantasında yemek yedik. Tatarların çorbası Çulpa, ( Et suyuna yapılmış içinde bütün bir topak et, bir bütün pişmiş patates bulunuyor.) ve şiş kebabı Şaşlık Yemekten sonra yeşil çay içtik. Av. Zamira Hanım. Yemek kültürleri hakkında bana bilgi verdi. Daha aşağıda bulunan deniz kenarında yüksek kayanın üzerinde kurulmuş Kırlangıç Yuvasına gittik. İsmi gibi mimarisi de kırlangıç yuvasını andırıyordu. 1400’lü yıllarda gözetleme kulesi olarak yapılmış. Şu an restoran olarak kullanılıyormuş. Manzarası görüntüsü çok güzeldi. Yakınında turistlere ellerinde kartallar ile fotoğraf çekinmelerini sağlayan Tatar gençleri var. Yol üzerinde satıcılar tezgâhlarında buranın sembolü olan kırlangıç yuvalı hediyelik eşya satıyorlardı. Aypetri dağının arka yüzünde olan Bahçesaray’a geçtik. Oradan da kaldığım Sefa Otelinin olduğu Simferopol (Akmesçit ) şehrine döndük.

Kırım Özerk Cumhuriyetinin başkenti Simferopol ( Akmesçit) de Kırım Devlet Tv günde yarım saatlik saat (18.00-18.30 ) kendi dillerinde program yapma hakları vardı. Beni de Tv yayınına Sayın Amethan TİNÇEROV vasıtasıyla davet ettiler. Turizmci Rehber TİNÇEROV ile birlikte gittik. Orada TİNÇEROV’UN eşi de çalışıyordu. Bayan TİNÇEROV ile TV programları hakkında sohbet ettik. Spiker, muhabir Suzanna geldi. Onunla tanıştık. İmzalı şiir kitabımı takdim ettim. Salı günü yapılacak canlı yayın programı erkene alınarak, çekime geçildi. Benim ile ilgili olarak “ Kırımdan ataları yıllar önce Türkiye Antalya ‘ya göç etmiş jurnalist, yazar-şair milletimizin faciasını yazılarında, şiirlerinde konu eden diye bahsetti. “ Ben de Kırım tatar Türkleri, Kırım hakkında izlenimlerimden bahsettim. Son Cemre şiir kitabımdan “ Özyurt KIRIM “adlı şiirimi okudum. TV yayını Kırım da olduğum sürede iki defa da yayını tekrarlandı.

Bir akşam Otelinde kaldığım Sayın Enver KAKURA beni bacanağının verdiği akşam yemeğine götürdü. Ev sahibi Neriman Bey ve eşi çok iyi insanlardı. Evinin bahçesinde hazırlanan masalarda sunulan Tatar yemeklerini tattım. Neriman Beyin kızı Lila Hanımın doğum günü imiş. Masada oturan bay –bayan akraba, dost, arkadaşları sırayla kadehlerini kaldırarak Lila Hanıma doğum günü kutlu olsun diyerek konuşmalarda bulunuyorlardı. Bana da sıra gelince bende bana sunulan votka kadehini kaldırarak Lila Hanımın doğum gününü kutladım. İyi dileklerimi belirttim. Ona şiirimi okudum. Masada sohbette bir tatar ailesini tanıma fırsatım olmuştu. Kırım milli sanatçılarından Sayın Server KAKURA bana “ Erdoğan Bey sen bizden daha çok Tatara benziyorsun “ Dedi. Türkiye’nin çok uzağında bir tatar ailesi ile bir akşam geçirmek beni çok mutlu etmişti. Onlarla değişik konularda sohbet etme imkânım oldu.

    Bir başka akşamda çok değerli bir dostumun yakınları ile birlikte oldum.  Çistinkaya bölgesinde (Tatarların sıkça yerleştiği yer) evinin önünde ceviz vişne ağaçlarının altında kurulan masada kendi hazırlamış olduğu o nefis vişne suyunu içerek, çok değerli, samimi insan, Saygıdeğer Roza Hanım ile sohbet ettik. Sunduğum imzalı şiir kitabım onu çok memnun etti. Daha sonra oğul, Türk kahvesi içerken bir an kendimi Türkiye de vatanımda sandım. Sayın Velinur ve kızı Zuhre VELEROVNA ile yeşil çay içerek sohbet ettik. Kırım ile ilgili konuşmalarda bulunduk. Diğer kızları Sayın Elmas VELEROVNA’DA her ne kadar sohbete dahil olmasa da oradaydı. Güzel bir akşam daha geçirmiştim. Baba- anne tatarca konuşuyor. Benim konuştuğum Türkçeyi anlıyorlardı. Kızları Zühre, Elmas ise Türkçe, Tatarca konuşmaları dinliyor, konuşamıyorlardı. Kendilerine “ Bakınız! Sizler Türk Dünyasının şiarı, Aydını, fikir düşünce, doktrin adamı,  Sayın İsmail GASPIRALI’NIN ülkesinde, toprağında yaşıyorsunuz, onun “ DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK “ Tezine, çağrısına uymayarak Rusça konuşuyor. Tatarca, Türkçe bilmiyorsunuz. Rusça her ne kadar her mekanda kullanılan dil olsa da Tatarcanızı, Türkçenizi de geliştirin. Öze dönmek, özümüzü korumak gerekir “ Dedim. Kırım da genel olarak yaptığım incelemede dede-nine Tatarca-Türkçe biliyor. Baba-anne az biliyor. Yeni nesil gençlerde ise genel olarak Tatarca-Türkçe öz kültüre ilgi var.

Kırım Özerk Cumhuriyetinin Başkenti Simferepol ‘un (Akmesçit ) şehir yerleşim planlaması çok güzel olmuş. Şehrin içinden Salgır Irmağı geçiyor. Etrafı kocaman ağaçlarla parklarla donatılmış. Gagarin (Rus astronot ismi) Parkı çok hoşuma gitti Ulaşım ağı yeterli. Taksi, otobüs, troleybüs, tranvay hatları çok güzel yapılmış. Toplu taşıma araçları eski. Şehirde dolaşır iken, bizde genelde ulaşımda az gördüğümüz Murat 124, Lada, Samara, tipi araçlar yoğunlukta. Alt yapı yetersiz. Belediye alt yapıya gerekli önemi vermemiş. Yollarda menhol kapağı, düşmüş yerler hemen göze çarpıyor. Asfalt çalışması yeterli değil. Arabalar sürekli çukur yerlere düşüyor. Pazaryerlerinde her şey var. Pazar da et tezgahlarda hijyen değil. Orada 100 Dolar 762 Girivni. Bizim paramız ise onların parasından yaklaşık beş kat daha değerli. Buralarda İngilizce konuşulmuyor. İngilizce biliyor musunuz diye sorulunca Niyet !” Hayır” diyorlar. Kırım Özerk Cumhuriyetinin bağlı olduğu Kanuni Sultan Süleyman’ın gözde eşi Hürrem Sultan (Roxelanne)  ülkesi Ukrayna’da bir erkeğin mutlu olması için sokağa çıkması yeterli.”Hepsi güzel demek abartı olmakla birlikte, kafanın döndüğü her yerde güzel bir bayan görmek mümkün.”

Ukrayna Cumhuriyeti, Kırım Özerk Cumhuriyeti ile Türkiye arasında turizm bağlantıları bir an önce kurulur ise, iki ülke arasında yapılacak turlar iki toplumun birbirlerini, kültürlerini tanımalarına fırsat verecektir. Türkiye halkı ile Kırım tatar halkı bir milletin iki halkı olarak, geçmişten gelen kültürel, sosyal, tarihsel bağı en iyi şekilde kullanarak, yeniden yakınlaşmaları gerekmektedir.

Kırım tatar Türklerinin Lideri Mustafa A.Cemil KIRIMOĞLU’NUN Kırım Tatar Halkı için yıllardır verdiği mücadeleyi, önderliği, bir kez daha takdir ederek, birlik, dirlik içerisinde Kırım Tatar halkının daha iyi yaşam şartlarına kavuşarak, muassır medeniyet içerisinde geçmişte olduğu gibi yeniden görkemli ihtişamlı hale gelebilmelerini diler, misafirperver Kırımlı dostlarıma sonsuz teşekkürlerimi sunar, Kırım Tatar Türklerine Anadolu’dan (Ak toraklardan ) selamlarımı yollarım.

Ayrıca; Kırım gezimi planlama, organizasyon konusunda baştan itibaren bana yardım, desteğini esirgemeyen, Kırım’da dostları ile benim de tanışmama vesile olan, Antalya’da işyeri mekânını (Karacabey Restorant) Kırım Tatar Türklerinin toplanma, buluşma yeri haline dönüştüren çok değerli arkadaşım Kırım Tatarı Recep Adnan KURT’A da teşekkürlerimi sunarım.

Erdoğan KIRMIZIOĞLU

Araş. Yazar-Şair

KÖKTÜRKLER