KAFKASYA DOSYASI

 

Köktürkler Platformu-Antalya

 

KUZEY OSETYA CUMHURİYETİ

 

Yüzölçümü : 8.000 km2

Nüfusu : 650.000

Başkenti : Vladikafkas

Kafkasların kuzeyinde, Rusya Federasyonuna bağlı özerk bir cumhuriyettir. Oset dilinde Alan, Gürcüce Owsethi, Rusça Osetinski ve Almanca Ossen diye adlandırılan Osetler, M.Ö. 7-8.yy.dan itibaren Hunların baskısı üzerine Kafkasyaya sığınmış bir topluluktur. Çinlilerin Aso dedikleri Alanlar (=Alenler=Osetinler) ilk asırda Doğu Avrupaya girmişler ve Don Nehrinin şarkında yani, Alanya Sarmatiyesinde yerleşmişlerdir. Sarmatlara dahil olan coğrafyada Alanlar Don Nehrinin şarkındaki Sarmat kabileleri arasında gösterilir. Buna nazaran Alanları Sarznat camiasına mensup bir unsur olarak kabul ve Sarmatların bir kademesi telâkki etmek uygun düşer. Zamanla Alanlar iç Kafkasyayı (yani Kuban Nehri ile Hazar Denizi arasındaki bölgeyi ) kaplayan bir genişlik ve nüfuz kazandı. Fakat sekenesinin büyük kısmını yabancı (Alan olmayan) unsurlar teşkil eden Alanlar ve müstekâr bir idareye kavuşamadılar. Bu sebeptendir ki, seyyahların ve muharrirlerin Alanların mıntıkaları, vaziyetleri ve mahiyetleri hakkındaki müşahedelerinde ve bundan mütevellit kanaatlerinde farklı değerlendirmeler vardır. Fakat Alanların Kafkasyada yerleşebilmiş olan kısımları varlıklarını muhafaza ettiler. Bugün bir Kafkas unsuru olarak Kafkasyada yaşamakta olan Digurleri Alanların (Osetlerin) bir bakiyesi olarak kabul edebiliriz. Kuzey Osetyadaki Rus yerleşimi 1784te Vladikafkas kalesinin işgal edilmesinden sonra başlar. Bugün Kuzey Osetyada 6 şehir ve 6 küçük yerleşim alanı vardır. Ülkenin özellikle alçak yamaçlarında ve Mozdok yakınlarında yapılan sulama ile buğday, mısır, patates, kenevir ve meyve yetiştirilmektedir. Daha yükseklerde ise koyun ve sığır besiciliği yapılmaktadır.

 

25 Şubat 2006-Cumartesi

 

İNGUŞ CUMHURİYETİ

 

Yüzölçümü : 9.600 km2

Nüfusu : 400.000

Başkenti : Nazran

Büyük Kafkas dağlarının kuzeyinde Çeçenistanın batısında yer alan İnguşistan, dünya İnguşlarının anavatanıdır. Komşuları Gürcistan, Kuzey Osetya, Çeçenistan ve Dağıstandır. Çeçenlerle aynı coğrafyayı paylaşan ve aynı dili konuşan İnguşlar, yüzyıllardır beraber yaşadılar.

TARİHÇE: M.Ö. I. yyda Alan Kavim Birliğine katıldılar. M.S. 4. yyda Doğu Kafkasyaya yayıldılar. 8-9. yyda İnguşistan ile birlikte bütün Kuzey Kafkasya, Hazarların hakimiyetinde kaldı. Malazgirt Zaferi (1071)nden sonraki yıllarda ise bu bölge Selçukluların eline geçti. 1395te Timur, muazzam bir ordu ile Terek nehri boylarına geldi ve burada Altın Orda Hanı Toktamış ile yaptığı savaşı kazandı. 1396 yılı başında Kuzey Kafkasyayı bütünüyle ele geçirdi. 16.yyın ikinci yarısının başlarında Ruslar Kazan ve Astrahanı ele geçirdikten sonra Kuzey Kafkasyaya yöneldiler. Rus Çarı I. Petro (1689-1725) Kafkaslara bir sefer düzenleyerek Hazar Denizi kıyılarındaki Derbent ve Baküye kadar olan bölgeyi işgal etti. Böylece yüzlerce yıl sürecek olan Kafkas halklarının Rusya ile mücadelesi başlamış oldu. 1917 Bolşevik Devriminden sonra 20 Ocak 1921 tarihli Kararname ile iki Cumhuriyet kuruldu: Dağıstan Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ve Dağlı Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti. Bununla yetinmeyen Sovyetler bir yıl geçmeden birer resmi kararname ile Dağlı Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetini altı parçaya ayırdı. Böylece 20 Kasım 1922de Çeçenistan; 7 Haziran 1924te de İnguşistan Özerk eyaletleri teşekkül ettirildi. 15 Ocak 1934te her iki özerk eyalet birleştirilerek Çeçen-İnguş Sovyet Sosyalist Cumhuriyetine çevrildi. II. Dünya Savaşı sırasında Almanlarla işbirliği yapmakla suçlanan Çeçen-İnguşlar, bu yüzden Rusların şiddetli baskılarına maruz kaldıkları gibi, 1944te de Ortaasyaya sürgüne gönderildiler. Bu zorunlu göçün sonucunda Çeçen-İnguş Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti feshedilerek topraklarının bir kısmı Kuzey Osetyaya, bir kısmı da Dağıstana verildi. Bundan tam 13 yıl sonra 9 Ocak 1957de eski özerk idare yeniden kuruldu ve bu durum 1990lara kadar devam etti. 1996 yılında yapılan Çeçen-Rus savaşı sonrasında İnguşlar, Çeçenistandan ayrıldı.

NÜFUSUN ETNİK YAPISI: İnguşistanın nüfusu yaklaşık 400.000 kadardır. %58 İnguş; %33 Çeçen; %9 diğer.

EKONOMİ: Uzun yıllar süren Çeçen-Rus savaşı, İnguş ekonomisini altüst etmiştir. Eski Sovyetler Birliği petrol tesislerine çok yakın bir bölgede bulunan İnguşistan, petrol boru hatları ile Hazar Denizi kıyısındaki Mahaçkaleye; Karadenizde Tuapseye ve Donets havzasına uzanır. Bölgede önemli ölçüde doğalgaz rezervleri vardır. Buna rağmen sanayi ve ziraat sektörü orta seviyededir. Ulaşım genellikle demiryolları ile sağlanır.

EĞİTİM: Ülkede 1 üniversite, 9 teknikum ve 149 ortaokul vardır. Toplam 40000 öğrenci bu okullarda eğitim görmektedir.

 

KABARTAY CUMHURİYETİ

 

Yüzölçümü : 12.500 km2

Nüfusu : 900.000

Başkenti : Nalçik

COĞRAFİ KONUMU Büyük Kafkasların kuzey yamacında yer alan ülkenin, kuzeyinde Stavropol krayı, doğusunda Kuzey Osetya Cumhuriyeti, güneyinde Gürcistan ve batısında Karaçay-Çerkez Özerk Cumhuriyeti yer almaktadır.1998 tahminlerine göre nüfusu 900 bin kişi kadar olan Kabartay-Balkar Cumhuriyetinin alanı 12 500 km2 ve başşehri 240 500 nüfuslu Nalçikdir. Coğrafi açıdan üç bölgeye ayrılır. Güneyde, birbirine paralel dağ sıralarından (Glavni, Peredovoy, Skalisti ve Çornıye) oluşan ve ülkenin güney sınırını çizen Büyük Kafkas Dağları uzanır. Bu dağların en yüksek dorukları Elbruz 5642, Dihtau 5203, Koştantau 5144, Djangitau 5049 ve Shara 5068 m.dir. Bölgede hızlı akışlı akarsuların kaynaklarını oluşturan çok sayıda buzul vardır. Buzul alanlarının altındaki ikinci bölgede Alpin çayırlar, iğne yapraklı ve yaprak döken (kayın,meşe, kızılağaç, gürgen, akçaağaç, dişbudak ve kavak) ağaçlardan oluşan ormanlar yer alır. Sıradağların, deniz seviyesinden yükseklikleri 500-700 m.arasında değişen kuzey eteklerinde yaprak döken ağaçlardan oluşan ormanlar uzanır; vadilerin daha geniş kesimleri ise çayırlarla kaplıdır. Kuzey ve kuzeybatıda yer alan üçüncü bölge düz Kabartay Ovasından oluşur; Çerek,Çegem, Baksan ve Malka ırmaklarının birleşmesiyle oluşan Terek ırmağı ovayı boydan boya geçer. Terekin batısında ve doğusunda Büyük ve Küçük Kabartay ovaları yer alır. Bölgenin doğal bitki örtüsü çayırlar ve verimli çernozem topraklarını kaplayan sorguç otu steplerinden oluşur, bununla birlikte, stepler temizlenerek bu toprakların büyük bölümü tarıma açılmıştır. Kabartay-Balkara hakim olan karasal iklim yüzey şekillerine göre bölgeden bölgeye farklılık gösterir; Yazlar genellikle sıcak geçer, ortalama sıcaklık temmuz ayında 22°C, ocak ayında ise -40°Cdir. Dağlarda 750 mmyi geçen yıllık yağış miktarı, oldukça kurak olan Kabartay Ovasında 500 mmye düşer.

İDARİ YAPI VE NÜFUS ÖZELLİKLERİ Merkezi Kafkasyanın yüksek dağlık bölgelerinde yaşayan ve kendilerine Taulı (dağlı) denen Balkarlar, Karaçayların doğusunda Baksam, Çegem ve Çerek nehirlerinin geçtiği vadilerde yoğunlaşmışlardır. Kendi aralarında Mezengiy, Bezingi, Hulamlı, Çezemli, Baksamlı gibi kollara ayrılan Balkarlar; 1989 sayımına göre BDTda toplam 88 771 kişidir. Ancak bunun 71 bin kadarı kendi ülkelerinde yaşamaktalar. l5.yy. sonlarında Osmanlıya bağlanan Balkarlar, 1827de Rus hakimiyetine girmişlerdir. 1917den sonra Karaçaylılarla birlikte Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti içinde yer almışlar ve 1921de Kabartay oblastına katılmışlardır. Bu yönetim birimine,1922de Kabartay-Balkar Özerk oblastı adı verilmiş ve 1936da da özerk cumhuriyet statüsü tanınmıştır. II. Dünya Savaşında Almanlarla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle 1943de Orta Asyaya sürülmüşler ve toprakları da Gürcistana katılmıştır. 1956da ülkelerine dönmelerine izin verilerek 1957de Kabartay-Balkar ÖSSC yeniden oluşturulmuştur. Halen Rusya Federasyonunu bağlı federe bir cumhuriyettir.

EKONOMİ Ülkenin başlıca geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Tarım genellikle sulamaya dayalıdır. Cumhuriyetin başlıca tarım bölgesi Kabartay Ovasıdır. Bölgede buğday, mısır, ayçiçeği, kenevir, patates, sebze ve meyve yetiştirilir. Dağlık sahalarda koyun ve keçi (441 bin baş) beslenir. Kabartay Ovasında ise sığır yetiştiriciliği (236 bin baş) yapılır. Ünlü Kabartey atlarının yetiştirilmesine (24 bin adet) günümüzde de devam edilmektedir, Kabartay-Balkar yeraltı kaynakları bakımından zengin bir bölgedir. Baksan vadisindeki Tirnyauzun çevresindeki topraklarda molibden ve tungsten çıkarılır.

 

KARAÇAY CUMHURİYETİ

 

Yüzölçümü : 14.100 km2

Nüfusu : 220.000

Başkenti : Çerkesk

COĞRAFİ KONUMU Rusyan›n güneybatısında, Stavropol bölgesinde bir Cumhuriyettir. Büyük Kafkasların derin vadi ve boğazlarla bölünmüş olan ve Dombay-Ulgan dağında 4.047 mye ulaşan kuzey uzantılarının arasında yer alır. Alp tipi çayırların arasından yükselen dağları kaplayan sık ormanlar, yükseklik arttıkça yerlerini önce kayalıklara, ardında da buzullara bırakır.

TARİHÇE Karaçayların soylarının Hun ve İskitlere kadar uzandığı söylenmektedir. Bir Kıpçak boyu olan Karaçaylar, Balkarlar gibi uzun süre göçebe bir hayat sürdüler. 15. yydan 1812ye kadar Osmanlı himayesinde Kabartay beylerine bağlı kaldılar. Ruslar 1812de bölgeyi işgal ettiler. 1822de Rus yönetimine karşı ayaklanan Karaçaylar, ağır bir yenilgiye uğradılar. 1905te başlattıkları ayaklanma da başarısızlıkla sonuçlandı. 17 Kasım 1991de Karaçay-Çerkes Cumhuriyetinin eski itibarı iade edilmiştir. Rusya, onlara haksızlık edilerek sürgüne gönderildiklerini kabul etmiş ve Cumhuriyetin itibarını iade etmiştir. Karaçaylar yabancı iradenin yoğun baskılarına rağmen, dil ve kültürlerini bütünüyle muhafaza etmeye çalışmışlardır.

İDARİ YAPI Çerkesler, üç ayrı soydan (Adige, Çerkes, Kabartey) oluşmakta ve genellikle şehirlerde oturmaktadırlar. Karaçaylar, Balkarlarla aynı dili konuştukları halde aynı idarî yapıyı paylaşmamakta, kendi özerk bölgeleri olan Kuban vadilerinin orta ve yüksek kısımlarında yaşamaktadırlar. Karaçaylar, Teberde, Üçköken, Dombay, Zelencuk bölgelerinde yoğun olarak bulunmakta, soy olarak Kumanlardan geldikleri söylenilmektedir. Karaçayların merkezi Karaçeyskidir.

EKONOMİ Karaçayların en büyük ekonomik kaynakları hayvancılıktır. Karaçay koyunu, Karaçay atı ve Karaçay köpeği dünyaca ünlüdür. Ülkede dağ turizmi, sağlık turizmi, av turizmi için olağanüstü güzel yerler vardır. Ayrıca Rusya Federasyonunun ikinci büyük çimento merkezidir. Bunun yanısıra makine, elektronik saat fabrikası, yakut, kimya, uranyum madeni, altın, taşkömürü işletmeleri ekonominin yoğunlaştığı alanlardır. Ayrıca 100den fazla mineral suyu kaynağı vardır. Sanayii esas itibariyle Çerkesk şehrindedir.

EĞİTİM Karaçay-Çerkeskte 231 ortaokul, 34 teknikum, 1 üniversite vardır. Yılda yaklaşık 79 bin öğrenci ortaokulda, 5100 öğrenci teknikumlarda ve 4100 öğrenci de üniversitede okumaktadır. Anadil ile eğitim yapılmaktadır. Her dört kişiden biri Yükseköğrenime devam etmektedir. Bölgede okuma-yazma oranı en yüksek ülkedir.

 

ADİGE CUMHURİYETİ

 

Yüzölçümü : 7.600 km2

Nüfusu : 450.000

Başkenti : Maykop

Rusya Federasyonuna bağlı bir cumhuriyet olan Adige, yakın zamana kadar federasyonun, Krasnodar bölgesine bağlı bir özerk bölge idi. Adige Özerk Bölge statüsünü 7 Ekim 1990 da kazandı. Özerk bölge statüsüyle yetinmeyen Adigeler, daha sonra sürdürdükleri mücadele sonucu 1995 yılında Özerk cumhuriyet kimliğini kazandı. Anadolu dan Kırım ve Kafkasya bölgesine Müslümanlık-Hıristiyanlık mücadelesi sebebiyle kendi inançlarını muhafaza için göçen Çerkezler Adigeko denilen bölgeye yerleşmişlerdir. Buradaki yerli Adigelerle kaynaşıp bütünleşerek Adige topluluğunu oluşturdular. Çin, Hint, Moğol ve Türkler arasındaki savaşlar sonucunda bir kısım Türk boyları batıya göçmeye başlar. Bu göç ve savaşlardan en fazla etkilenen bölgelerden biri de Adige Özerk Cumhuriyeti nin bulunduğu alandır. Halen Rusya Federasyonu içinde yer alan Adige Özerk Cumhuriyeti nde bütün Kafkas kavimlerinden topluluklar mevcuttur.

 

ÇEÇENİSTAN CUMHURİYETİ

 

Yüzölçümü : 19.200 Km2

Nüfusu : 1.350.000

Başkenti : Grozni

COĞRAFİ KONUM Büyük Kafkas Dağlarının kuzey kanadında yer alır. 19.300 km2lik alanı üç coğrafi bölgeye ayrılır. Birinci bölgeyi, doruk çizgisi cumhuriyetin güney sınırını çizen Kafkaslar oluşturur. İkinci bölge, Terek ve Sunja ırmaklarının geniş vadilerinden oluşur. Kuzeydeki üçüncü bölge ise Nogay bozkırının engebeli düzlüklerinden oluşur.

TARİİHÇE Çeçenler, 10.yüzyıldan sonra uzun bir dönem boyunca Ortodoks rahiplerin yönetiminde yaşadılar. 17. Yüzyılda bölgede yayılmaya başlayan müslümanlık 19. Yüzyıl ortalarında birinci din durumuna geldi. Çeçenler, batıda aynı dili konuştukları İnguşların yaşadığı bölgenin 1774te Rusyanın eline geçmesiyle uzun yıllar diğer Kafkas halklarıyla birlikte Ruslara karşı direndiler. 1917 Ekim devriminden sonra Terek-Dağıstan yerel hükümetine bağlandılar. 1920de Sovyetler bölgede kesin denetimi sağladılar. 1991de milli bağımsızlık hareketi başlattılar ve Rusya ile federatif mukaveleyi imzalamadılar. Yine aynı tarihte Çeçen ve İnguş cumhuriyetleri olmak üzere ikiye ayrılmışlardır.

NÜFUSUN ETNİK YAPISI Nüfusu 1.350.000dir. % 82.9u Çeçen % 10.9u İnguş % 6.4ü diğer halklardan oluşmaktadır. Savaştan önce Nüfusun yaklaşık yarısı Grozni ve diğer beş kent ve üç oblastta (vilayette ) bulunmaktaydı. Halen devam eden Çeçen-Rus savaşında büyük kayıplar verildiği için bu rakamlar sürekli değişmektedir.

EKONOMİ Çeçen ekonomisinin temeli petroldür. Petrol çıkarma tesisleri daha çok Grozni ile Gudermes arasındaki Sunja ile Terek Dağlarında yer alır. Petrol boru hatları Hazar Denizi kıyısındaki Mohaçkaleye, Karadenizde Tuapseye ve Donets Havzasına uzanır. Bölgede doğalgaz rezervleri önemli yer tutar. Sanayi ve ziraat orta düzeyde gelişme göstermiştir. Ulaşım ağırlıklı olarak demiryoluyla sağlanır. Demiryolu Terek ile Sunja vadilerini izleyerek Hazar Denizi kıyısındaki Astrahan ile Baküye, Karadeniz kıyısındaki Tuapseye ve Azak denizindeki Rostova bağlanır.

EĞİTİM Savaş öncesinde 3 üniversite, 12 teknikum ve 542 ortaokul vardı. Ve bu okullardan üniversitelerde 16.000, teknikumlarda 12.600 ve ortaokullarda 256.000 öğrenci öğrenim görmekteydi.

Kaynak: Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı

 

Türkata-Köktürkler Platformu-Antalya

 

KAFKASYA DA ATATÜRK ÜN İZİNDE BİR KARTAL VARDI

 

Türkiye hem Türk dünyasının, Avrasyanın ,hem de İslâm aleminin ümit ışığıdır. Bu ışığın sönmesi hem İslâm aleminin, hem de Türk dünyasının karanlığa gömülmesi demektir.

1995 yılında yaptığı Türkiye ziyaretinde ,Ankarada Türk gazetecileri ile sohbet eden Çeçenistanı Bağımsızlığa kavuşturan ve bunu korumak için ruslarla savaşa giren büyük önder Cahar Dudayev/ Cevher Dudayoğlu;.......Ben kendime önder olarak M.Kemal Atatürkü ve onun yaptıklarını seçtim.Yani Onun düşünceleri ve yaptıkları benim rehberimdir.Cumhuriyet ve Demokrasi vazgeçilmez bir oldudur ve asla benim halkım bundan mahrum tutulamaz.Büyük dedem de Erzurumda 1.Dünya savaşında Türklerle birlikte Ruslara karşı savaşan Çeçen Alayında subaydı.Ben böyle bir aileden gelen birisi olarak doğaldır ki her Çeçen gibi Türkleri çok seviyorum. Tarih boyunca kahramanlıklarıyla, cesaret ve atılganlıklarıyla kendilerini kabul ettirmişlerdir. Milli ve manevi değerlerine bağlıdırlar. Dostluklarına güvenilir, düşmanlıklarından korkulur...

 

Tarih boyunca Türkler İslam dünyasına hizmet etmişlerdir. Türkler güçlü oldukçahem Avrasya hem de İslâm alemi rahat ve huzur içinde olmuştur; zayıfladıkça,Türk ve Avrnasyadaki İslâm alemi ezilmiş ve horlanmıştır. Türkler bu insanların koruyucu gücü olmuşlardır.

 

Ancak ne yazık ki, bazı Ortadoğu ülkeleri, emperyalist güçlerin altınlarına ve çıkar oyununa gelerek Türklere ihanet etmişlerdir. Türklere ihanet ederek arkadan vuranlar belasını bulmuştur. Bugün bazı Ortadoğu ülkelerindeki çözümsüzlükler,çıkmazlar ve sorunlar, bu tarihi hatanın bedelidir.

 

Şimdi gururla söylemek istiyorum ki, Çeçenler tarih boyunca Türklere bağlı kalmışlar ve tarihin hiçbir döneminde onlara ihanet etmemişlerdir.

 

Bugün ise, Türkiyeyi yönetenler o yüce değerlerden çok uzaktalar. Halbuki Türk milleti, maddi ve manevi değerlerine bağlı olduğu sürece yücelmiş ve yükselmiştir. Ve dünya tarihinin akışına yön vermişlerdir.O yüce değerlerden ayrıldıkça küçülmüşler ve sıkıntılara düşmüşlerdir.Unutulmasın ki, Türkiye hem Türk dünyasının, hem de İslâm aleminin ümit ışığıdır. Rehberidir.Bu ışığın sönmesi hem İslâm aleminin, hem de Türk dünyasının karanlığa gömülmesi demektir.Tanrı Türkiyeyi ve Türkleri korusun

 

C.Dudayev

 

C.DUDAYEV ,TEK DÜNYA HAKİMİYETİNİ KURMAK İSTEYEN VE ŞU ANDA BAŞARILI OLAN GLOBAL SİYONİST OLİGARŞİsinin SLAV GRUBUNUN kurbanı oldu.Onun Bağımsızlık ateşi ve Avrasya ile Kafkasya Milletlerinin/uluslarının/halklarının dava dosyaları henüz daha kapanmamıştır.Mücadeleleri halen devam etmektedir.Bu yolda toprağa düşen Avrasyalı ve Kafkasyalı kardeşlerimizin ruhları şad olsun.

 

KAFKASYANIN KAHRAMANLARI!

 

 

 

Onlar kimseye boyun eğmediler,olan biten hiçbir şeyi unutmadılar ve

affetmediler ve yurtlarından asla vazgeçmediler.

 

Rusya İmparatorluğunun Kafkasyalılara karşı yüz yıldır sürdürmekte olduğu amansız işgal ve imha savaşı artık sonuna yaklaşmış bulunuyordu. General Kartsovun bir raporuna göre 1863 yılı sonlarında Kafkas dağlarının batı kısmının Ruslarca işgal edilen kuzey yamaçlarında tek bir Çerkes bile bırakılmamış, güney yamaçlarda da Tsemezden Tuapseye kadar tüm deniz kıyısı yerli Çerkes halkından temizlenmişti.[1]

 

Rus orduları 1864 yılı başlarında yeniden örgütlenerek Kafkas dağlarının güney yamaçlarına doğru harekete geçtiler. Saldırılar özellikle kış aylarında yapılıyor, savunmasız köyler yakılarak halkı sürülüyor, tüm erzakı ve hayvanları da elinden alınarak boyun eğmeğe zorlanıyordu. Grandük Mikhail Nikolayeviçin bildirdiğine göre General Geyman, Tuapse ile Psışuape arasındaki toprakları temizliyerek bu çayların vadilerindeki tüm köyleri yok etmişve 16 Mart günü eski Lazarevsk (Psışuape) istihkamını yeniden ele geçirmişti. Soçide ki Çerkes Milli Meclisi ve Hükümetinin emrindeki yaklaşık beşbin kişilik bir güç Godlik ırmağı kıyılarında Ruslarla müthiş bir savaşa giriştiyse de üstün güçler karşısında tutunamayarak dağlara karşı çekilmek zorunda kaldı. Rus birlikleri 19 Mart günü Golovinsk (Şekhape) istihkamını da ele geçirdiler ve Vubıh topraklarının sınırına ulaştılar. Çerkes Milli Meclisi, Soçi ırmağı vadisinde ki Ön Kapılar mevkiinde son toplantısını yaptı ve daha sonra Rusya İmparatorluğuna katılmak ve Çara sadık kalmak konusundaki kararlarını bildirmek üzere elçilerini gönderdiler. Koşul olarak ise sadece yurtlarından sürülmemelerini istiyorlardı. Çarlık hükümeti ise – Çerkeslerin de esasen çok iyi bildikleri gibi- bambaşka planların peşindeydi.[2]

 

Şapsığ bölgesinin de bütünüyle işgali ile Rus orduları karşısında tek başına kalmış olan Vubıhlara General Geyman tarafından 5 Martta gönderilmiş olan bir ültimatomda şöyle deniliyordu: Siz de çok iyi biliyorsunuz ki Abadzeh ve Şapsığ halkları da silahlarımıza kayıtsız ve şartsız boyun eğdiler ve serbestçe Türkiyeye göç ediyorlar. İsteyenleri bize başvuruyorlar ve Labede, Kubanda toprak alıyorlar. Vubıhlar, en son siz kaldınız, sizinle ilgili taleplerimiz şunlardır: Elinizdeki bütün Rus esirleri derhal teslim edin ve Türkiyeye gitmek isteyenleriniz derhal kamplar halinde Şakhe, Vordane ve Soçi ırmakları ağzında deniz kıyısında toplansınlar. Bu noktalara Türk buharlı gemileri ve tekneleri yanaşabilir ve buralardan Türkiyeye gidebilirsiniz. Fazla eşyalarınızı birliklere satmanıza izin verilecektir. Bize gelmek isteyenler hemen Kubana, onlara gösterilecek yerlere gidecektir. Siz Abadzehler gibi kendinizi perişan ettirmeyin çünkü ben esirlerinizi silah gücüyle kurtaracağım, Türkiye yolunu kapatacağım ve sizler Azak denizi kıyısına yerleştirileceksiniz. Abadzehleri bize karşı ayaklandırdığınızı ve bu talihsiz halkı sefalete düşürdüğünüzü unutmayın.

 

Ertesi gün Rus ordugahına Elbuz-Hapakh Berzegin başkanlığında on beş Vubıh liderinden oluşan bir delegasyon geldi. Çarın generali Geyman, Soçide çağdaş anlamda bir parlamento ve hükümet oluşturarak milletin sağlam güçlerini bir araya getiren, yıllardır tüm Karadeniz kıyıları ve Kuban boylarında sömürgeci ordulara kan kusturan bu küçük ama yiğit halkın temsilcilerine tüm kinini kustu:

 

-Ne o Vubıhlar? Bana niçin geldiniz? O kadar yaygarasını yaptığınız Avrupa üniformalı yardımcılarınız neredeler? Yivli toplarınız ve mermileriniz nerede? Neredeler müttefikleriniz?

-Bizler artık dış yardım görme umudumuz olmadığına kanaat getirdik, yalnız kaldığımızı görüyoruz. Eskiden peşimizde dolaşanlar da şimdi yüz çeviriyorlar. Ama bizler yinede Vubıhız ve bütün bir halkız. Herhalde kendi adımıza temas kurabilir ve taleplerimizi açıklayabiliriz.

-Siz, Vubıhlar bizlerle görüşme mi yapacaksınız? (Eskiden olduğu gibi) bizleri yenin, birliklerimizi kovalayın, sizler güçlü ve kudretlisiniz ya!

-Bugün için zafer umut etmemiz zor. Elbette kanımızın son damlasına kadar savaşabilir ve size büyük zararlar verebiliriz ama sonunda kendimiz de yok oluruz. Bu acılardan kurtulmak için sorunu barış yoluyla halletmeyi arzu ederdik. Sizlerden sadece üç ay istiyoruz ve hepimiz Türkiyeye gideceğiz. Hastalarımız var, mal ve mülkümüz var, birçoğumuz kıyıdan uzaklarda yaşıyor. Bu süre içinde birliklerinizi topraklarımıza sokmamanızı rica ediyoruz.

-Şapsığların durumundan, başınıza gelecekleri önceden biliyordunuz. İsteseydiniz göçe hazırlanmak için zamanınız vardı. Ruslara vereceğiniz zararları ise hiç dert etmiyorum. Burası da bizim için Abadzehlere ve Şapsığlara boyun eğdirdiğimizden daha zor olmayacak. Sizlere merhamet göstereceğimizi ise hiç mi hiç düşünmeyin. Abadzehlere karşı merhametsizce davranan sizler değimliydiniz? Onları Ruslarla savaşmaya kim teşvik etti? (Vubıhlar, Kubanda Ruslara karşı savaşan Abadzeh kardeşlerine yardım için beşbin kişilk bir Vubıh-Abaza-Adige birliği göndermişlerdi). Siz olmasaydınız onlar çoktan rahat rahat Türkiyede yaşıyor olacaklardı. (Yani çoktan yurtlarından sürülerek Türkiyeye gönderilmiş olacaklardı.) Sizler en ufak bir merhameti bile hak ettiğinizi mi sanıyorsunuz? Sizlerle artık herhangi bir görüşme de yapmak istemiyorum. Taleplerimizi mektubumda bildirdim. Yerine getirmeyi istemiyorsanız ordumla yardıma gelirim.

-Rusların taleplerini yerine getirmek zorunda olduğumuzun farkındayız, diye söze başladı Elbuz-Hapkh Berzeg, Şamili yenen, tüm Dağıstan ve Çeçenistanı egemenliği altında alan, bizden daha çok nüfusu bulunan Abadzeh ve Şapsığlara boyun eğdirenlerle savaşmaya artık gücümüz yetmeyecek. Biz artık yorgun düşmüş bir halkız ve sizden de alicenaplık ve mertliğin gereği olan merhametten fazla bir şey istemiyoruz.

-Bana masal anlatmayın! Ben sizin ciğerinizi bilirim, üzerinize hemen yürümediğim için kendinizi şanslı sayın, herkesin deniz kıyısına inmesi için henüz vaktiniz var. Kıyıya nasıl gidileceğini bilmeyen varsa Şapsığlar ve Abadzehlerden sorup öğrensin. Benim tarafımdan sizlerle bir uzlaşma yoktur ve ileride de olmayacaktır!

 

Kahraman(!) Rus generali ile yaşlı Çerkes-Vubıh liderleri arasındaki görüşmeyi yukarıdaki şekilde anlatan Gürcü asıllı Rus subayı Esadze, elli yıl sonra Rus devletinin emriyle kaleme aldığı anılarında şunları da ekliyor: Geyman, bu sözleriyle görüşmeyi sona erdirdi. Yaşlı liderler de halklarının kaderinin kesin bir şekilde belirlenmiş bulunduğunu anladılar. Bu saygın Vubıhların Rus kampının ortasındaki durumu son derece güzel bir tablo oluşturuyordu. Görüşmeler herkesin gözü önünde yapılıyordu ve subaylarla askerler (Kafkasyada) boyun eğmeyen bu son halkın temsilcilerinin davranışlarını büyük bir ilgiyle izliyorlardı. Vubıhların hepsinin duruşunda ve bakışlarında bilinçli bir onurluluk göze çarpıyordu. Davranışların da en ufak bir alçalma yada korku yoktu. Ancak bu dakikaları yaşamlarında ilk ve son kez yaşadıkları belliydi. En zayıf noktaları olan onurlarından yaralandıkları görülüyordu. Sırma ve gümüş elbiseli, zengin ve gururlu Vubıhlar artık güçsüz kaldıklarını itiraf etmek zorunda kalmışlardı.[3]

 

Vubıhların komşusu olan Şapsığlara vatanlarını terk etmek için verilmiş olan süre 6 Martta doluyordu. Bir zamanlar Vubıhlar, Abazalar ve diğer Adigelerle birlikte işgalci Rus ordularına Kafkasyayı dar getirmiş olan bu Çerkes bölgesinin halkı da büyük acılar ve kayıplar pahasına, köyleri yakılarak deniz kıyısına sürülmüş, Tuapse ve Pseşuapse ırmakları arasındaki tüm toprakları da Ruslar tarafından işgal edilerek insandan temizlenmişti.

 

Rus birlikleri 19 Martta Şakhe ırmağı üzerindeki Golovinski (Şekhape) kalesini de alarak Vubıh topraklarına girdiler. Vubıh ülkesinin en gelişmiş yöresi olan Vordanedeki çok sayıda köy ve tüm yerleşim yerleri uygar Rus ordusu tarafından yakılarak yok edildi. Ruslar 1838 yılında işgal ve imha ettikleri Vubıh köyü Saşenin (Soçi) yerine kurdukları Navaginski kalesinin harabelerini 25 Martta tek bir kurşun atmaksızın aldılar. Bunu bugünkü Soçi yöresinde Vubıhlarla iç içe yaşayan Ahçıpsu, Aybga, Psov gibi küçük Çerkes (Abaza-Sadz) halklarının temizlenmesi ve kalanlarının zorla deniz kıyısına sürülmesi izledi. Bu son işgal ve temizlik lere, Rus Çarlarının uşaklığını elli yıldır büyük bir şevkle yapan Gürcü alayları ve milisleri de başarılı bir şekilde katıldılar. Böylece Kafkasyanın Ruslar tarafından fethi tamamlanmış oluyordu.[4]

 

Bu olay Rus İmparatorluğu için o kadar büyük ve önemliydi ki; Çar II Aleksandr 18 Nisan 1864 günü Kafkasya Genel Valisine şu telgrafı göndermişti: Vubıhlar sorununun mutlu bir şekilde sonuçlanmasına gerçekten çok sevindim. Bu sonuç dolayısıyla Allaha şükretmekten başka ne yapabiliriz.[5]

 

20 Mayıs günü Soçi yöresindeki tüm köyleri, çiftlikleri yakmış, insanlarını ya öldürmüş yada Türkiyeye gönderilmek üzere deniz kıyısına sürmüş olan Rus ordusunun kahraman birlikleri, Ahçıpsu yöresindeki Gubaada (bugünkü Rusça adıyla Krasnaya Polyana) düzlüğünde birleştiler.

21 Mayıs 1864 günü burada Çarın Kafkasya Genel Valisinin de katıldığı bir törenle Kafkasyanın fethi ve Kafkas Savaşının sonu kutlandı.[6]

 

Kafkasya (Çerkes) halklarının, kültür ve insani nitelikler açısından kendilerinden çok aşağı görükleri [7] Rus toplumunun siyasi ve kültürel egemenliğini gönül rızası ile kabul etmeleri ve Rus Çarlığına boyun eğmeleri (sonradan yapılan tüm politik ve demografik yorumlara karşın) bahis konusu bile olamazdı. Bu yüzden, milletler hapishanesi Rusyanın Çerkeslerin yarısını silah bırakmaya mecbur etmesi için diğer yarısını yok etmesi gerekiyordu ve yapılan da bundan başka bir şey değildi…[8] Çerkesyanın Karadeniz kıyılarının işgali ve sömürgeleştirilmesinde önemli rol oynamış; Vubıh yöresindeki Subeşkh ve Şakhe ırmakları ağzına yapılan Rus çıkarmalarında görev almış bulunan General N.N. Rayevski bile sonradan şunları yazmaktan kendini alamamıştı: Bizim Kafkasyada yaptıklarımız İspanyolların Amerika kıtasını ilk işgalleri sırasında yaptıkları felaketi hatırlatıyor. Kafkasyanın fethi, Rusya tarihinde, o fetihlerin İspanya tarihinde bırakmış olduğu gibi kanlı izler bırakmaz!

 

Bu zalimlerin tarihimizde bıraktıkları ve maalesef bilimsel yalan ve dolanlarla çoğunu da insanlığın gözünden kaçırdıkları kanlı izler bugün de silinebilmiş değil. Örneğin Vubıh-Abaza-Adigelerin o güzelim yurdu Soçi yöresinde bugün onları adı bile anılmazken Vubıhların Sonu, Son Vubıh, son konuşanı da yok olan Vubıh dili masalları özellikle sürdürülüyor. Kafkasyanın yiğit evlatları Vubıhlar ise tıpkı diğer Çerkes kardeşleri gibi sürgünde yaşamaya devam ediyor ve yaşam kavgalarını inatla sürdürüyorlar.

 

Çerkes-Vubıhlar, pek fazla olmayan nüfuslarına ve verdikleri büyük kayıplara karşın, sürgünde de Kafkas diasporasının siyasi kültürel yaşamında, anayurdu kurtarma ve oraya dönme mücadelesinde önemli roller üstlendiler. Bu arada, yaşadıkları ve sürgünleri sırasında kendilerine olanakları nispetinde içtenlikle kucak açmış olan ülke için de büyük hizmet ve fedakarlıklarda bulunmaktan geri kalmadılar.

 

Vubıhların daha Kafkasyada iken başlamış olan yaygın Çerkes dillerini (Adıgece ve Abazacayı) benimseme süreci, sürgün ve gurbet yıllarında da sürdü. Bu süreç, konuya yabancı bazı yazarların belirttiklerinin aksine bir yok olma değil, Çerkeslerin uluslaşma sürecine yapılan bilinçli bir katkıydı. Sürgündeki Çerkesler için ilk Adıge dili alfabesi bir Vubıh olan Ahmed Cavid Paşa tarafından hazırlanmış ve yayımlanmıştı (1897).[10] Osmanlı ülkesinde İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra kurulan Çerkes İttihat ve Teavun Cemiyetinin kurucu ve yöneticileri arasında Tuğa Fuad Paşa, Berzeg Mehmed Zeki Paşa, Therkhet Ahmed Cavid Paşa, Şhaplı Osman Ferid Paşa, Pekhu Nazım Paşa… gibi ünlü Vubıhlar önemli, bir yer tutuyorlardı.[11] Diasporada ve tüm dünyada yayınlanan ilk Çerkes kadın dergisi Diyane nin yönetici yazarları olan Hunce Hayriye Melek ve Pekhu Seza hanımlar Vubıh idiler.[12] Çızemuğ Halid Lemi Atlı, Bıjnau Muhlis Sabahaddin ve Neveser Kökdeş kardeşler gibi ünlü kompozitörler, Hüseyin Avni Lıfij, Zeşu Namık İsmail, Avni Abraş gibi ünlü ressamlar Vubıh kökenlidirler. Türkiye yakın tarihinde en uzun süre Dışişleri Bakanlığında bulunmuş ve Cumhurbaşkanlığına vekalet etmiş bulunan Hamte İhsan Sabri (Çağlayangil) bir Vubıh idi ve bununda bilincindeydi.

 

Büyük Çerkes sürgününden on yıl kadar sonra patlayan Osmanlı-Rus savaşı sırasında (1877-78) tüm sürgündeki Kafkas evlatları gibi Vubıhlarda gönüllü atlı birlikleri halinde Rus Çarlığına karşı savaştılar ve Kafkasya kıyılarına yapılan çıkarmalarda yer aldılar. Parolaları Kafkası kurtarmak ve oraya dönmekti.[13] Birinci Dünya Savaşı ve Rusyadaki 1917 Devrimi sırasında İstanbulda faaliyet gösteren Kafkasya İstiklal Komitesi, Şimali Kafkas Cemiyeti, Şimali Kafkasya Siyasi Muhacirleri Komitesi gibi politik kuruluşların başında Mareşal Tuğa Fuad Paşa, Şhaplı Hüseyin Tosun, Şhaplı Hüseyin Kadri, Kheşık İsmail, Zeşu Namık İsmail vb. gibi etkin ve ünlü Vubıhlar yer alıyorlardı.[14] Aynı şekilde 11 Mayıs 1918 yılında ilan edilen Kuzey Kafkasya Cumhuriyetine yardım için Abhazyaya çıkarılan Sohum Müfrezesinde ve Dağıstanda savaşan Kafkas Kolordusunda da çok sayıda Çerkes-Vubıh bulunuyordu. Aradan yetmiş beş yıl geçtikten sonra, 1993 yılında bağımsızlığını ilan eden Abhazya Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı V.Ardzınba, saldırgan Gürcü ordusuna karşı Abhazyada yaşayan Abhazların silahlı direnişine Kuzey Kafkasyalı kardeşlerimiz, Türkiye, Suriye, Ürdünde yaşayan Abhazlar, Kabardeyler, Adigeler ve Vubıhların… da destek verdiklerini belirtmişti.15] Glasnost sonrasında maddi ve manevi büyük zorlukları aşarak Kafkasya cumhuriyetlerine dönüp yerleşen ilk dönüşçü Çerkesler arasında da Vubıh kökenli kişi ve aileler nüfusları göz önüne alındığında aktif bir çoğunluk oluşturuyorlardı.

 

Dostlarımız boşuna üzülmesin ve kendilerini biz Çerkeslere düşman hissedenler de boş yere sevinmesinler. Çünkü özellikle son yıllarda, hem anayurdumuzda hem de yabancı ülkelerde bilinçli veya bilinçsiz koparılan yaygaralarına karşın Vubıhlar henüz yok olmuş, hatta tarih sahnesinden çekilmiş değiller. Diğer Kafkaslı-Çerkes kardeşleri arasında ve onlarla daha da bütünleşmiş olarak yaşıyor, eski işlevleri ve etkinliklerini sürdürüyorlar.

 

Onlar, kendilerini binlerce yıllık yurtlarından sürmeyi başarabildikleri için Allaha şükreden zalim Rus Çarları başta olmak üzere , ne yurtlarında, ne de sürgünde yaşadıkları ülkelerde hiç kimseye boyun eğmediler.

 

1918de Rus şoveni Beyaz generallerle Gürcü şoveni Menşevikler, Karadeniz kıyısındaki sahipsiz zannettikleri Çerkes (Adıge-Vubıh-Abaza) topraklarını ele geçirmek için tepişirken onlar dişlerini gıcırdatmaktan başka bir şey yapamıyorlardı.

 

Ama kendilerine ve kardeşlerine yapılan o eşi görülmedik zulümleri hiçbir zaman unutmadılar ve asla affetmediler. Hele cennet yurtları Kafkasyayı ve güzelim Soçiyi ne kimseye vermiş, ne de ondan vazgeçmiş değiller. Ve onlar bugün de diyorlar ki: Güzeller güzeli Kafkasyamızda son söz henüz söylenmemiştir…!

 

 

KÖKTÜRKLER

 

DAĞISTAN ANALİZİ

 

Ortadoğuda artık klasikleşmiş,İsrail-Filistin meselesi bu yazıyı okuyan pekçok insandan daha eski bir bölgesel çatışma. Yarım asırı geçen bir süredir çözülemeyen, daha da kötüsü ufukta çözüm emaresi görülmeyen ve çözüleceğine olan inancın uzun zaman önce kaybolduğu bir çatışma. 14. ve 15. yy.da Fransa ve İngiltere arasında yaşanan Yüz Yıl Savaşlarını saymazsak, dünya bu kadar uzun süren bir çatışmayı daha önce görmedi. Kaldı ki, Yüz Yıl Savaşları da aralıksız değil, kesintilerle devam etmişti.

Bir başka analizimizde, Çeçenistan meselesinin ikinci bir Filistin haline geldiği, yakında savaş bitse de birkaç nesil boyunca Rus ve çeçen toplumları arasında husumetin devam edeceği yorumunu yapmıştık. Çeçen meselesinde Rusyanın en büyük hatası sorunu askeri tedbirlerle çözmeye kalkması oldu. Halbuki, sosyal, ekonomik ve idari tedbirler zamanında alınabilseydi, Çeçenlerle Rusya arasındaki uçurum bir ölçüde kapatılabilirdi. Çeçenler, Rusyadan devlet şefkatinin ne olduğunu görmebilseydiler, belki de bağımsızlık arayışları bu derece geri dönülmez bir noktaya varmazdı.

89 federal birimden oluşan Rusya Federasyonu içerisinde bir subyekt olan Dağıstan Cumhuriyetinda durum giderek üçüncü bir Filistin olmaya doğru gidiyor. Öyle görünüyor ki, Rusya, ABDden sonra en büyük çatışma kolleksiyonuna sahip olan devlet olma yolunda ilerliyor.

Dağıstandaki durumu bir Rus TVsinin haberi en iyi anlatıyor diye düşünüyorum. Haberde şöyle deniyordu: Bu hafta Dağıstanda uzun süreden beri ilk defa patlama olmadı. Bu yılın ilk altı ayında Dağıstanda 80 terör olayı meydana geldi. Yani ortalama her iki günde bir olay meydana geliyor burada. Gün geçmiyor ki bir bombalama veya adam öldürme olayı meydana gelmesin.

Eğer Dağıstandaki durum daha da kötüleşmeye devam ederse, Rusyanın Çeçenistandakine benzer şekilde buraya da askeri mudahalede bulunması kaçınılmaz olur. Eğer bu olursa, bölgede Çeçenistandan daha büyük ve uzun vadeli bir çatışma başlamış olur.

Çeçenistandaki ve Dağıstandaki durum arasında çok büyük farklar var. Herşeyden önce Çeçenistandaki savaşınm ideolojik kökleri yok. Sadece milli bağımsızlık arzusu ile yola çıkılmış. Asıl motive edici düşünce bağımsız bir devlete sahip olmaktı. İslam, bu düşünceyi meşrulaştırma ve destekleme rolünü görüyordu. Bu durumu ise bizde ve dünyada medya kanaatimizce yanlış bir yorumla İslami mücadele/İslami terör olarak aksettirdi.

Dağıstanda ise durum çok farklı.Burada mücadelenin dini/ideolojik temelleri var. Yani dini motivasyonlardan hareket ederek bir mücadele başlatılmaya çalışılıyor. İdeolojik tabanı ise Vahhabilik. Uzun süreden beri Dağıstanda faaliyet gösteren Vahhabiler toplum içinde belli ölçüde kök salmayı başardılar. Şimdi ise silahlı mücadele vererek bağımsız bir şeriat devleti kurmak istiyorlar. Dağıstanda geleneksel olarak hakim olan sünni tarikat yapılanmaları ise bu mücadelenin tamamen dışında ve karşı.

Dağıstan ile Çeçenistan arasındaki bir diğer önemli fark ise şu: Çeçenistanda mücadele Çeçenler ile Rus birlikleri arasında cereyan ediyordu. Buna son zamanda, Ahmet Kadırovun devlet başkanı seçilmesinden sonra oluşturulan Çeçen birlikleri de dahil oldu. Ancak Dağıstanda mücadele Vahhabi guruplarla, Dağıstanın yerel/Dağıstanlı idaresi arasında gerçekleşiyor. Yani bir iç savaş durumu söz konusu.

Bir başka husus ise, bu güne kadar Dağıstan halkı Çeçen mücadelesine olumsuz yaklaşırken, eğer Dağıstanda durum daha da kötüleşirse, Dağıstanlı ve Çeçen muhalif grupların ittifakı kaçınılmaz olacaktır. Yani her iki mücadele birbirinin ateşine benzin dökerek, yangının büyümesine yol açacaktır.

Durumun Rusya sınırlarında kalan İnguşetya, Osetya gibi diğer bölgelerle, Gürcistan üzerinde yapacağı olumsuz etki ise her türlü tasavvuru aşabilir.

Bölgede yangınLAR en kısa zamanda felaketlere dönüşme yolundadır.Kafkasyada yine kan,yine zulüm ve yine acı hakim olacak gibi görünüyor.

KÖKTÜRKLER

 

Kafkasya; Endonezya ve Hindistan bölgeleri gibi, dillerin yoğunlaştığı bölgelerden biridir. Bölgede bu kadar çok dilin varlığı konusunda farklı tezler ileri sürülse de, bunların içinden en önemlisi, doğal engellerin farklı dillerin oluşumuna sebep olduğudur. Hiç kuşkusuz, dağlar, derin vadiler, nehirler, bu halkaları zaman içerisinde daha az temasla farklılaştırarak yeni şive, lehçe ve dillerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Yüksek Kafkas sıradağları üzerinde, zirvelerden dağın eteklerine kadar, kimine göre 80, kimine göre 40 civarında dil konuşulmaktadır.

Kafkasya'da konuşulan onlarca dilin bir kısmı Kafkas, diğer bir kısmı Türkî ve İroni gruptandır. Bu dillerden, Türkî grup hakkında Türkiye'de bilimsel çalışmalar yapılmış olduğundan1 Türk dilbilim ve etnoloji literatüründe az da olsa bilinmektedirler. Bunun için çalışmamızda, göreceli olarak daha az bilinen Kafkas dil grubundan olan dillere ve Türkiye'de yeterli çalışmanın yapılmadığını düşündüğümüz bu sahaya biraz daha fazla eğildik. Bölge dillerinin durumu Türk bilim adamlarınca bazen, "girift ve karmaşık" bulunduğundan2 birçok yerli dilbilimci açısından, girilmeye cesaret de edilememektedir. Bu çalışmada da sadece Kuzey Kafkas dillerini incelemeye çalıştık. Bu girişten sonra, Dağıstan bölgesinde konuşulan diller hakkında genel bilgiler vermeyi düşünüyoruz. Bu sayımızdaki yazımıza, sık sorulan konulardan birisi olan Dağıstan'daki dil meselesi ile başlıyoruz.

Dağıstan'da Resmi Dil Meselesi:

Türkiye'de zaman zaman bahsedildiği üzere, "Dağıstan’ca" adlı bağımsız bir dil yoktur. Dağıstan'da konuşulan ve üç ayrı dil grubundan olan ama her bir grubun kendi içerisinde akrabalıkları kesin olan, farklı diller konuşulmaktadır. Bu akrabalıkların ispatını, daha sonraki yazılarda göreceksiniz:

Bu kadar çok dilin konuşulduğu küçük bir coğrafi alanda, lingu franca yani ortak dil olarak kullanılacak dillere de ihtiyaç vardır. Geçen sayıda da vurguladığımız gibi, bugün ortak anlaşma dili Rusça olsa da geçmişte 7. yüzyıldan başlayarak 1917 yılına kadar, Arapçanın ciddi bir rolü olmuştur3. Dağıstan'da bilginlerin dili olarak düşünüldüğünden oldukça saygın bir konumu olmuştur. Yine bir dönem Kumukça'nın ciddi bir rolü olmuştur. Hatta geçmişte oğullarının Kumukça bilmesinin "kız istemeye giden aileler" için bir avantaj olduğu söylenir.

Bununla birlikte, lokal olarak Avar bölgesinde komşu halklar Avarcayı ortak dil olarak öğrenmiş, güney bölgelerinde ise, hem Lezgice hem de Azeri Türkçesi ortak dil olarak kullanılmıştır. Bu dönem boyunca diller arasındaki alışveriş oldukça artmıştır. Büyük ihtimalle, Lezgice ve lehçelerindeki Türkçe kelimeler bu kanalla geçmiştir. Sovyet okullarında Lezgice'nin alt gruplarından olan Rutul, Tsakhur, Agul gibi halkların çoğunun Lezgice’yi okullarda veya dışarıda öğrendikleri bilinir. Bu etki artık günümüzde zayıflamış ve birbirilerinin dilini öğrenmek yerine, daha geçerli olduğu düşünülen Rusça Lingua Franca olarak bu boşluğu doldurmuştur.

Kumukça ve Azericenin etkisi, 1930'lardan sonra neredeyse lokal olarak da sona ermiştir. 1994 tarihli Dağıstan Anayasasında tek bir dilin resmi dil olarak kabulü yerine, Dağıstan'ın tarihi ve mevcut durumu dikkate alınarak, Dağıstan'da konuşulan ve standart yazı dili olan bütün dilleri kapsamına almıştır. Çünkü Anayasadaki ifade "Dağıstan'ın bütün dilleri" ifadesini içermektedir4.

Avarca, Azerice, Dargince, Kumukça, Lakça, Lezgice, Nogayca, Rusça,

Tabasaranca, Tatça, hatta tartışmalı olsa da Çeçence. Burada, yazı dili olan demek istemiyorum, Çünkü burada kapsama alınmayan diğer dillerin de yazı dilleri vardır. Örneğin, en küçüklerinden olan Tat dili yazılabilen ve alfabesi olan bir dildir. Dağıstan'da basın ve Yayında diğerleriyle birlikte kullanılmaktadır. Agul, Rutul ve Tsakhur dillerinin de yazılı dillerden olması dolayısıyla bunların da resmi dil olarak kabulü gerekir.

Konunun, Dağıstan ölçeğinde, hassas olması açısından bütün dillere saygı gösterilmesi gerekir. Fakat bu derecede bir hassasiyetin ülkede resmi bir dilin oluşmasını engelleyeceğinden de kuşku yoktur. Hatta bunun da ötesinde, Rus dilinin ila nihaiye baskın bir resmi dil olarak konumunu güçlendirmesini sağlayacaktır.

Dağıstanlıların geçmişte ortak dil olarak kullandıkları dillerden birisinin de Dağıstanlıların tercihine göre güçlendirilmesi bir diğer öneri olarak düşünülebilir. Fakat bu önerinin hem tepkiyle karşılanacağı hem de bugünkü ortamda anlaşılamayacağından eminim. Dağıstan'da konuşulan dillere genel bir fikir vermek için bakmak gerekirse: Elimdeki 2002 Nüfus sayımlarına göre Dağıstan'da konuşulan dillerin Rusya'daki uzantılarına bakıldığında aşağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır. Fakat tabloyu incelerken şu noktada bir yanlış anlama olmamalı. Dağıstan halklarının nüfusları bundan ibaret değildir. Fakat tabloyu

incelerken şu noktada bir yanlış anlama olmamalı:

Çünkü, Azerbaycan'daki Lezgi, Avar, Tsakhur, Rutul, Udi ve Tatlar bu orana dahil değildir. Khinalug, Budukh, Kryts gibi Azerbaycan'da91 yaşayan ve Dağıstan dil ailesinden olanlar ise bu tabloda yer almamaktadır. Diğer yandan, Dağıstan'da Azerice konuşulmakta; fakat aşağıdaki tabloda yer alan Azeri nüfusunun bir kısmı Dağıstan kökenli Azerbaycanlı, diğerleri ise doğrudan Azerbaycanlıdır. Diğer taraftan, Avarların içindeki küçük halkların, önceki sayımlar dikkate alındığında, büyük ölçüde kendilerini doğrudan Avar olarak kaydettirdikleri görülmektedir. Ancak bu tabloda, bazı milletler açısından sadece Rusya Federasyonundaki nüfusların bulunduğunu belirtmek gerekir. Örneğin;

  1. KAFKAS DİL GRUBUNDAN OLANLAR:

Dağıstan'da konuşulup da Kafkas ailesinden olan dillerin (Kuzeydoğu Doğu Kafkas diller) ile başlayalım. Avar, Andi, dido, Lak, Dargin ve Lezgi dilleriyle Vaynakh grubundan olan Çeçence ünsüz harflerin çokluğuyla meşhurdur. Dağıstan’daki Çeçenler tarafından konuşulan Çeçence de bence onun bir lehçesi olan İnguş ile birlikte Kuzeydoğu Kafkas dil grubundandır. Örnek olarak, Avarca üzerinden gidecek olursak, 46 sessiz (consonant) harfe karşı, sadece 6 sesli harf vardır. Sayılan dillerin birbirleriyle akrabalıkları artık tartışma götürmemektedir.

  1. Avar-Andi-Dido Altgrubu:

Dağıstan'ın en büyük grubunu oluştururlar. Avar-Andi-Dido alt grubu Dağıstan’ın yüksek bölgelerinde konuşulan şu alt dilleri daha doğru ifadeyle lehçeleri oluşturur: Akhvakh, Andi, Avar, Bagulal, Bezhta, Botlikh, Chamalal, Dido, Godoberi, Hinukh, Hunzib, Karata, Khvarshi, Tindi. Bu lehçelerin sadece; Dağıstan'da kullanıldığını söyleyebiliriz6. Dağıstan içersinde bu dillerin toplamının %29,4 'ünü oluşturduğunu söylemek gerekir. Latin alfabesine 1920 yılında geçilmiş, 1938 yılında Kiril alfabesine geçilmiştir. Dağıstan’ın orta kesimlerinin Batısında ve Güneybatıdaki yüksek alanlarda konuşulur. 556.000’in Dağıstan'da ve 44,000 Azerbaycan’da (1989). 2002 sayımlarına göre ise Avarlar Rusya içindeki bütün bölgelerde 814.473 sayısına ulaşmıştır. 2009 yılı itibariyle Rusya ve Azerbaycan'daki Avar ve onlara tabi halklarla birlikte bir milyon kişiyi geçmiş olduğu düşünülmektedir. Avarcanın Azerbaycan'ın Kuzey bölgelerinde de konuşulduğunu biliyoruz. Kuzey bölgelerinde Avarca'nın en azından 14 lehçe ve diyalekt üzerinde Lingua Franca olarak kabul görmesi, Gazavat dönemi boyunca olduğu gibi, Sovyet döneminde de devam etmiştir.

Güney bölgelerinde ise, Lezgice diğer lehçe ve diyalektleri üzerinde aynı etkiyi doğurmuştur. Dağıstan'ın en kalabalık kabilesi olan Avarlar dil yönünden üç gruba ayrılırlar;

1- Avar, 2- Andi, 3- Dido (Tsez)

En kalabalık grubu esas Avarlar meydana getirirler. Bunlar kuzeyde Sulak Irmağı'ndan (orta kesimleri) güneye doğru Zakatali yöresine kadar uzanırlar. Andiler ise Bottlih, Godoberi, Karatin, Bagvalal, Çamalal, Tindi ve Açvaçiş gibi alt gruplara ayrılırlar. Dido grubuna ise Hinuk, Çvarşin ve Kapuçinler dahildirler. Avarca'nın şiveleri şunlardır: Salatav, Kunzakh (Xunzax, Kuzey Avar), Keleb, Bacadin, Untib, Shulanin, Kaxib, Hid, Andalal-Gxdatl, Karax (Karakh), Batlux, Ancux (Antsukh), Zakataly (Char). Fakat Khunzakh (bolmats) 300 yıldır savaşçıların ortak dili (koine) olmuştur. Dağıstan'ın iç bölgelerinde 13 diyalekti de ifade eden bir dil olarak Avarca kabul görmüştür. Bolmats, günümüzde, Avar bölgesindeki insanların etnik olarak kendini tanımlamalarında büyük bir öneme sahiptir ve yazılı Avarca "Bolmats" temelli olarak şekillenmiştir7. Avarcanın şiveden öte lehçeye dönüşen alt kolları da vardır. Bunlara ayrı ayrı yer verelim:

  1. Akhvakh: (kendilerine verdikleri isim= Ashvado) Akhvakh Bölgesinde ve Shamil Bölgesinde 8 köyde yaşar ve kendi dillerini konuşurlar. 3.500 kişi (1990). 2002 sayımlarına göre 6.376 kişidirler.
  2. Andi: (kendilerine verdikleri isim=Khivannal) 9 köyde kuzey Botlikh Bölgesinde, Andi (Andi dilinde Khiani) ve Gagatli