ABD'NİN TÜRKLERE BAKIŞI!
İŞTE STRATEJİK MÜTTEFİK AMERİKA!
Yazan:Prof.Dr.Nurullah AYDIN/KÖKTÜRKLER
Herkes bir anda ABD uzmanı oldu. Sanki komite de ki oylama her şey. Oysa o hiç bir şey! Dünden bugüne ABD gerçeğini algılamayanlar ancak bu kadar yorum yapabilir.
Hepimiz Ermeniyiz diyenler ise ortalıkta yok.
Bakın; Başkan Wilson 5 Ağustos 1919 yılında "Türkiye haritadan silinmelidir. Türkiye'yi parça parça edelim" derken;Ayni tarihlerde 1920'li yıllarda İngiliz Başbakanı Lloyd George "Türkler Avrupa'dan atılacaklardır" diyor.
1922 yılında Adam Dulles "Mustafa Kemal'e karşı sert bir tutum alınmalıdır.”, “Gelecekte istikraz-faizle borç para alma- için başvurabilirler. Eğer Türkiye hiçbir zafer görmeden, devletlere kafa tutmakta devam eder, kapitülasyonları kaldırır ve İstanbul'a yerleşirse, bu yalnız Ortadoğu'yu değil, Avrupa'da da barışı tehlikeye atacaktır".
1920 yılında Newyork Times "Avrupa'dan süpürülen Türklerin dünya siyaset sahnesinden bir daha dönmemek üzere silinip gitmesi başlıca isteğimizdir."
1922 yılında Newyork Times "Ortadoğu'daki Amerikan çıkarlarının genişletilmesi için sınırsız fırsatlar bizi beklemektedir"… "Anadolu'daki savaşın Türklerin zaferiyle son bulması yakin tarihin en korkunç olayıdır. Korkunç Türk bütün vahşetiyle yeniden ortaya çıkmıştır."
Bu anlayış bugün de değişmemiştir. PKK ve Ermeni olayı ya da Sevr'in önümüze sürülmesinin temel nedeninin bu bakış açısı sonucudur.
Türkiye'yi en geç tanıyan ülke ABD'dir. Aslında Amerika'nın bakış acısı hiç değişmez; Amerikan çıkarından başka hiçbir ilke tanımaz. Her ülkeye bu gözle bakar. Ama ülkeler de bağımsızlıklarını, kendi ekonomik, coğrafi çıkarlarını korumak zorundadır.
Küçük Amerikancılar bunu yapmadılar. Teslimiyet politikasıyla Türkiye'yi bugünkü batağa soktular.
ABD’nin tarihsel kökleri
50 eyaletten oluşan bu federal devletin ulus tarihi, gücüyle oranlandığında çok yenidir… Kıtanın 1492 yılında keşfinden sonra, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen ilk göçmenler burada toprak sahibi olmuş, koloniler kurmuşlar…18. yy ortalarında bir araya gelen 13 koloni, ABD’nin çekirdeğini ve “Amerikan üst kimliği”ni oluşturmuştur…
İşte bu “üst kimlik”, her şeyin belirleyicisi ve yöneticidir…
ABD bugün, 315 milyon nüfusuyla Çin ve Hindistan’dan sonra dünyanın en kalabalık ülkesidir…
Resmi kayıtlar, 1776 öncesindeki nüfusu, 2 milyon 500 bin olarak veriyor… 233 yılda olağanüstü bir büyüme… Halen de dünyanın en yoğun göç alan ülkesi olan ABD bir “farklılıklar bütünü”dür…
2006 sayımına göre ülkede sayısal büyüklüğü 1 milyonun üzerinde olan 32 grup yaşıyor… Nüfusun yüzde 65’i Avrupa orijinli beyaz, yüzde 15’i Latin Amerikalı, yüzde 12’si zenci, yüzde 4’ü Asya kökenli, yüzde 3’ü Yahudi, yüzde 1’i ise Amerikan yerlisi… Nüfusun dinlere göre dağılımı ise şöyle: Yüzde 60 Protestan, yüzde 25 Katolik, yüzde 3.2 Ortodoks, yüzde 3 Musevi, yüzde 1.3 Budist, yüzde 0.7 Müslüman, yüzde 0.6 Hindu, yüzde 1.2 diğer dinler ve yüzde 5 de ateist, hiçbir dine bağlı olmayan…
Kızılderililer nerede acaba! Milyonlarca katledilen Kızılderililer konusunda Amerikalılar tarihleri ile yüzleşiyor mu?
Ya da şöyle soralım. Vietnam’da, Afganistan’da, Irak’ta katlettiği bir milyona yakın insan için kimse bir şey demeyecek mi? Acaba Afganistan dağlarında, Irak çöllerinde katlettiklerini nasıl anacağız?
Nasıl Osmanlı İmparatorluğu 600 yıl, Sovyetler Birliği 70 yıl yaşamış ve çökmüşse, ABD de ömrünü tamamlayarak çökme noktasına gelmiştir. Türkiye, Sovyetler Birliği’nin dağılması konusundaki hazırsızlığından çıkardığı dersleri ABD’nin çöküşü konusunda değerlendirmelidir.
Biz de o zaman diyoruz ki; Kızılderili halkı, bizim kalplerimizde yaşadığı gibi büyük felaket de bizim anılarımızda yaşamalı!
Peki ya halkın arkandayız dediği Türkiye’yi yönetenler için ne demeli acaba!
Bana göre; bu biat kültürü ile bu okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan toplumu yönetecekler de ancak bu kadar olur. Ne diyelim!
Günün Sözü: Köksüz insanın ve köksüz milletlerin zaferleri geçicidir.
ABD’NİN KARARINA TEPKİ GÖSTERENLERE BAKIN!
Birileri sert tepki gösteriyor!. Vay vay! Aman ne tepki ne tepki! Türkiyedeki Kripto/Gizli Ermeniler kıçlarıyla gülüyor!
Konuşmuş olmak için konuşanlar konuşuyor yorumluyor, kırıntı bilgilerle anlatıyorlar da anlatıyorlar…
Türk devlet hayatını altüst eden son üç yıllık olan operasyonlar sanki ABD’ce yapılmıyor.
Irak’ta milyonu aşan insan katletmemiş gibi! Afganistan’da, Pakistan’da binlerce insanı katletmiyor gibi. Buralara seslerini çıkarmayanlar şimdi Ermeni soykırımına ilişkin karara hayret edip tepki gösteriyorlar. Sizce inandırıcı mı?
Ermenistan’la yakın ilişki ve işbirliğine girilmesi Azerbaycanlıları sarsmıştı..
2005 ve 2006’nın bu aylarında Lozan’da, Berlin’de, Paris’te Talat Paşa Komitesinin Ermeni Soykırımı Yalanına Karşı yürüttüğü eylemleri konuşuluyordu.
Ermenilerle yapılan gizli görüşmeler ne oldu?
Şimdi neyi konuşuyoruz?
Avrupa Parlamentosu tavsiye kararlarını hatırlarsak; Talat Paşa Komitesi kapatılsın üyeleri dağıtılsın demişlerdi. Talat Paşa Komitesi Üyeleri şimdi topyekün hapisteler.
O tarihlerde başka neler olmuştu? Perinçek Lozan’da gözaltına alınmış ve bilahare İsviçre Mahkemelerinde yargılanmıştı. Ve mahkûm edilmişti.
Yani şerefsiz isviçreli haçlılar ne diyorlardı? Hey Türkler!Siz kurtuluş savaşı yapmadınız. Sizin dedeleriniz Ermeni katilidir. Kurtuluş savaşı Anadolu’nun yeniden işgalidir.
İktidar sahipleri bunlar yaşanırken ses çıkarmadılar. AKP hükümeti Türkiye’nin hak ve menfaatlerini savunacağı yerde, Türkiye’yi savunanları suçlu ilan etme çabasında idi.
Bunlar iktidarda kalırlarsa Ermeni Soykırımı yalanını da kabul ederler. Azerbaycan’ı da arkadan hançerlerler. Ermenilerin toprak taleplerini de görüşürler. Velhasıl Amerika ne talimat veriyorsa onu yaparlar.
Tarih kurumu başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun görevden alınması, Ermeniler ile yapılan gizli görüşmeler bir hususu daha işaret ediyor. Ermeni Soykırımı Yalanına karşı mücadele eden herkese hesap tutacaklar.
Şimdi sonuçlarını yaşıyoruz. Amerikan ve Avrupa menfaatlerine karşı olan herkesi baskı altına almaya çalışıyorlar.
Tarihe saldırı, geleceğe saldırıdır ama gafil olanlar için bu cümle pek anlam ifade etmiyor ne yazık ki!
İttihat ve Terakki, iktidardan düştüğü 1918 sonrasında, saldırıların yöneldiği doğal hedefti. Gerek işgalci emperyalistler, gerekse işbirlikçi İtilafçılar, İttihatçılara karşı büyük bir karalama kampanyası yürüttüler. Parti’nin yöneticileri takip edildi, hapse atıldı, sürgüne yollandı, idam edildi ve suikastlerin hedefi oldu.
AB Komiserlerinin “meşhur” talimatının gereği yapılıyor. Ne demişti Karen Fogg:
“Tarihinizle hesaplaşın. Kemalizmi Türk tarihinden kazıyın!”
ABD, Avrupa ülkeleri, Yahudi soykırımı gibi Ermenilerle ilgili de karar aldılar.
ABD başkanı Obama’nın Türkiye ziyareti ile verdiği mesajları açık ve netti. ABD ve AB baskısı ile Ermeni talepleri birer birer yerine getirilecek.
Türk tarihi mi, Türk tarihi şahsiyetleri mi onlar bugün ülkeyi yönetenler için önemli değil. Bunlar için önemli olan yabancıların övgü ve takdirleri ve koltuklarını yabancı destekle korumak değil mi? Baksanıza el tutmalar gülümsemeler sözcükler yandaş medya da ne de büyük bir durummuş gibi yansıtılıyor.
Savcısı, hakimi, gazetecisi, generali suç isnadı altında tüm değerleri alt üst edilmiş bir Türkiye için iç ve dış ihanet şebekelerinin kin ve nefret kusması şaşırtıcı değil!
Çarpık zihniyet, iktidarda kalırsa; Türk Milleti, Türk Devleti, iye kalmayacak. Bu böyle biline…
Olmak Ya da Olmamak.
Günün Sözü: Negatif enerji yüklü insanı pozitif enerjili insana dönüştürmek çok zordur.
İCAZETLİ DEVLET YÖNETİMİ İLE NEREYE KADAR?
Türkiye’nin en önemli kapsamalı askeri tatbikatına ülkenin cumhurbaşkanı, başbakanı savunma bakanı katılmıyor.
Tarih böyle bir olay kaydediyor mu?
Ülkeyi yönetenler ne diyor?
Azim ve kararlılıkla mücadele edilecek. Neye karşı kime karşı?
Peki; şimdiye kadar azim ve kararlılık yok muydu? Böyle açıklama olur mu? Olur olur demeyin. Bakın, ciddi muhalefet olmaması ile ABD ve AB desteği ile arzı endam eden ülkeyi yöneten ne diyor? Karanlık ilişkileri, çeteleri önledik diyor.
ABD, hâlâ stratejik ortağımız! NATO nedeniyle elde ettiği bütün bilgi ve belgeleri, belli merkezlere ve oradan paçavra bir gazeteye servis ediyor. Kendisi kenarda seyrediyor. Yönetenler, bütün bunlara rağmen herkesi sözde tehdit ediyor:
Türkiye’nin ortaklığı sanki ABD’nin, umurundaydı! CIA, MI5 ve Mossad bu kadar olan bitenlere rağmen ortalıklarda yoklar. Peki ama neden?
ABD kıtalar ötesinden gelip terör yatağı diye Afganistan’ı, Irak’ı işgal ediyor. Sen burnun dibinde komşuda yuvalanan eğitilen donatılan kamplara saldıramıyorsun.
Bu nasıl ülke yönetimi?
İcazetli bir devlet yönetimi olur mu?
Kamu güvenliği müsteşarlığı kuracaklarmış, TSK, MİT ve Emniyet etkisizleştirilecekmiş.
Var olan illegal olarak çalışan merkez elemanlarıyla birlikte, yeni kurulan müsteşarlık bünyesine alınacak. Daha ne bekleniyor ki!
O zaman bataklıktan korkan, gücü sivrisineğe yeten bir zavallı görüntüsü oluşmuyor mu? Kendi vatandaşına elektriği 12.24 sente verirken PKK’yı himaye eden, Barzani’ye aynı elektriği 8.8 sente vermeyi sürdürürse, kime hizmet ettiği ortaya çıkmıyor mu?.
PKK mecliste her yerde, Bölücü PKK değil, Türk ordusudur diyorsa, Türk subayları terörist ve terör örgütü mensubu diye suçlanıyorsa hangi demokrasiden milli birlikten bahsedilir ki..
Sakın ola: ne yapalım demeyin..
İspanya kendi PKK’sı ETA’nın siyasi kanadı Batasuna yöneticilerini nasıl tutukladı, partiyi kapattı, üstelik o ETA İspanya’da 40 yılda sadece 800 can almıştı, PKK gibi 35 bin değil.
İspanya’da olanlar için AB’den, ABD’den tek bir itiraz sesi yükseldi mi? Ama aynı AB, aynı ABD her yerde PKK’nın hamisi, ne içerde ne dışarıda kılına dokundurtmuyor.
Onun için biliniz ki, güvenlik güçleri dağlarda ve şehirde teröristle değil, Amerika ve Avrupa ile, BOP ve Ilımlı İslam projeleriyle savaşıyor..
Asker ve polisin eline, Git PKK’lıyı öldür! diye tüfek tutuşturanlar, Git Mehmetçiği katlet! diyerek teröristin çantasına C4 koyanlarla Stratejik ortak olmuşsa, siz bunun adına terörle mücadele diyemezsiniz! Ve ne diyorlar açılımla saçılımla çözeceğiz. Bir de kitapçık bastırmışlar..Evlere şenlik! Olur, çözersin., ama neyi ülkenin birlik ve beraberliğini çözersin.. ve çözüyorsun da zaten! Ülkeyi böl, toplumun farklı unsurlarını ayrıştırmaya devam et bakalım! Ne zamana kadar sürecek bu devran!
Bakın; bu millet; Birinci Dünya Savaşı’nda 5 milyona yakın insan şehit verdi. 5 milyona yakın kilometre toprak kaybetti. Savaştığı Mehmetlerini katledenlerle dostluk kurdu. İngilizi Fransızı ile NATO ile Avrupa birliği ile iç içe geçildi. Peki onların emelleri değişti mi?
Siz zannetmeyiniz ki, PKK kurşunu ile toprağa düşen çiçek Mehmetçikler, üç beş teröristle mücadele ediyor! Hayır, bin kere hayır!
Onlar; o dağlarda Büyük Orta Doğu Projesi’nin arkasındaki bütün güçlerle mücadele ediyor.
Onlar; ABD, Avrupa Birliği ve bütün bunların içimizdeki işbirlikçileriyle mücadele ediyor.
Hayır, abartmıyorum.
Niçin böyle söylüyorum?
Türkiye hızla bir iç savaşa doğru yol almaya başladı. Çünkü Dış savaş göze alınamadı, çünkü, Terörle Mücadele demek, Büyük Orta Doğu Projesi ile Avrupa Birliği ve ABD ile yani bütün bu dış mihrakların içimizdeki aymazları ve maşaları ile mücadele demek..
ABD-İngiltere yeni haritayı çizerken, bölge halklarını etnik ve mezhepçe bölerken, PKK’nın 25 yılda elde edemediği sonuçları, şimdilerde alıyor. Yazık hem de çok yazık!
GüNüN SöZü: İhanet eden işbirlikçi idarecilerin akibeti acı olur.
TÜRKİYE’DE DEVLET KRİZİ VE ABD!
Türkiye’de devlet krizi yaşanırken, neden ve niçinleri konusunda herkes farklı yorumlar yaparken bir gerçek göz ardı ediliyor.. ABD, Türkiye’de olan bitenlere nasıl bakıyor ne yapabilir sorusunun cevabı, tartışılmıyor.
Dikkat edilirse Gladio, çeteler, cunta, darbe, demokrasi milli irade hakim olacak deniyor. Deniyor ama tüm bunların perde gerisinde olan aktör hiç konuşulmuyor. Sanki Türkiye’nin ABD ile iç içe geçmiş askeri birlikteliği yok. Sanki bugüne kadar ki darbelerde ABD’nin hiç rolü yokmuş da Türk ordusu kendiliğinden müdahale etmiş. Oysa ABD Türkiye’de İnönü ile başlayan Menderes’le yapılan anlaşmalarla, NATO ya girişle birlikte her alanda varlığı var.
Sovyetler öldü, ortaklık bozuldu mu diyeceğiz? Hiç de öyle değil.. Nasıl mı?
Bakın Amerikalı ajanların Özel Harp Dairesi'nde at koşturduğu o mutlu günler geride kaldı. Kanaatimce; bundan sonra hiçbir zaman Türk Komutanlarının ABD ve NATO isteklerine sorgusuz sualsiz boyun eğdikleri güzel günler geri gelmeyecek.
ABD; ordu dergilerinde Türk Generalleri hizadan çıktı haberi yayımlandı,
ABD Muavenet savaş gemimizi vurup subaylarımızı şehit etti,
ABD; Süleymaniye'de Özel Kuvvetler askerlerimizin başına çuval geçirdi,
ABD ordusu; Nevada Çölü'nde Binyılın meydan okuması adı altında Türkiye'yi işgal tatbikatları yaptı,
ABD’nin PKK'ya yardımını engelleyen Org. Eşref Bitlis'in uçağına sabotaj yapılarak şehit edildi,
Malatya'da Özel Kuvvetler birliğimizi taşıyan uçağın düşürüldü,
Amerikan ordu dergisinde Türkiye'yi parçalayan "Büyük Kürdistan" haritasının yayımlandı,
Harita; İtalya'daki NATO toplantısında Amerikalı subaylar tarafından ekrana yansıtıldı,
Ordumuz Kandil'e ilerlerken ABD’nin Bu kadar yeter, hadi artık oradan çıkın dedi,
ABD’nin devlet siyaseti olan Büyük Ortadoğu Projesine Türkiye’yi yönetenler Eşbaşkan oldu.
Gerçekleri bugün artık hemen herkes görmeye başladı..
Sovyet tehdidi öne sürülerek Türk subayına Amerikan siyasetleri kabul ettirilebiliniyordu. Artık; ABD’ye biatı, hiçbir Türk subayına kabul ettirmek mümkün değildir. Kendi isteklerini yapacak subay bulamayacaklardır. Yani; ABD, Türk Ordusu'nu kaybetmiştir.
Darbe söylentileri gittikçe artıyor. Cuntalardan söz ediliyor. Peki, darbe olursa ne olur?
Yaşam tarzı Batı'ya daha yakın olan kesim, orduyla birlikte iktidara gelir ve Batı'nın desteğini kaybeder. Avrupa buna kesinlikle karşı çıkar.
ABD her zamanki pragmatizmiyle, Kuzey Irak ve Ortadoğu politikalarını, desteklemesi karşılığında darbeyi kabullenebilir mi? Ama ABD’nin önünde de ciddi bir engel var. Demokrasi getireceğim diye Irak'ı, Afganistan’ı işgal eden bir ülke, dünyaya ve kendi kamuoyuna Türkiye'deki darbeyi niye desteklediğini açıklayamaz. İstese de istemese de darbeye karşı çıkar.
Silahını ve parasını Batı'dan alan bir ordu ve ülke, Batı'dan koptuğunda ne yapacak? Türkiye'de darbe olursa dünya, tarihte bugüne kadar hiç gerçekleşmemiş, yeni bir oluşumla karşılaşacak. Türkiye, olası bir darbeden sonra, Rusya ve İran’la ortaklık kurmak isteyecek. Silahı, enerjiyi ve parayı bu iki ülkeden alacak. Rusya'yla İran’ın elindeki doğal gaz, petrol ve nükleer güç, Türkiye'yi ayakta tutmaya yeter.
Ama Rusya-Türkiye-İran bloğu Dünyanın bütün dengelerini değiştirir. Ortadoğu'nun kontrolünü tümüyle ele geçirir. Avrupa'yı küçük kıtasına hapseder. Kafkasları, Afganistan'ı, Pakistan'ı kendi gücüne katar. Müslüman dünyayla yakın bir ilişki kurar. Petrol kaynaklarına egemen olur. Çin'le işbirliği yapabilir.
Bu gelişme, Avrupa, ABD ve biraz da Japonya'dan oluşan Batının, dünyadaki etkinliğini inanılmaz bir biçimde azaltır. Yeni blok asker, enerji ve para acısından çok güçlenir. Böylece, Türkiye'deki çatlama dünyada büyük bir çatlamaya yol açar. Asla böyle bir şey olmaz denilebilir. O zaman ne yapılabilir?
Bugün Türkiye'de tartışılması gereken konu bence budur! Kamplaşan ve bölünen insanlar da, Türkiye'yi itmeye çalışan, işbirliği yerine akıl hocalığı yapmaya kalkan Avrupa da, Türkiye politikasında ikili oynayan ABD’nin de düşünmesi gereken senaryo budur.
GüNüN SöZü: Dün ve bugün yaşananlarla yarın ne gibi sonuçlar doğuracağını düşün.
KAOS, AYDINLAR, GAFLET VE HIYANET!
Türk Milleti’nin infialini önlemek, ABD, AB ve İsrail karşıtlığını artmasını önlemek için yine senaryolar ortaya konuluyor. Gündem nelerle meşgul ediliyor? Yorumlar hangi odaklar adına yapılıyor, iyi anlamak gerekir.
Din adına, ABD adına, AB üyeliği adına, siyonizm adına, çağdaşlık adına, özgürlük adına, demokrasi adına, ihanetler sergileniyor..
ABD ve Avrupa halklarının refahları sömürgeci anlayışa, yağmaya, talana ve yıkıma dayanmaktadır. Batılı halklar refahın; Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da, Filistin’de hâlâ oluk oluk akıtılan mazlum kanı ile sağlandığının yüzde kaçı bilincindedir acaba bugün!
Sadece Türkiye’nin aydın’ı ihanet etmemiş ki! Batı emperyalizmi, halkların özgürlükçü savaşımlarının sona erdirilebilmesi için öncelikle aydınlarının felç edilmesi gerektiğini sezip milli/ulusal aydınları evcilleştirmeye çalışıyor. Ama yalnız halklar farkında değil!
İhanet Yılları adlı kitabında Eric Bentley’in yazdığına göre, Başsavcısı Michell Palmer daha 1919 yılında bir komünist aydın avı başlatmış Amerika’da. 1930’da Hitler’in dünyayı yeni bir savaşa sürüklediği günlerde, Senatör Samuel Dickstein’ın Nazizm için de komite kurulması önerisi reddedilirken, denilerek Senatör Hamilton Fish’in başkanlığında Aydınları izleme komitesi kurulmuş Senato’da.
1938 yılında ise bu kez aydınlarla ilişki kuranları, onlarla ortak girişimde bulunanları, birlikte çalışanlarla onlara iş verenleri sorgulayıp yargılamak üzere Amerika’ya karşı Çalışanları Araştırma Komitesi adıyla Senatör Martin Dies’in başkanlığında bir komite daha kurulmuş.
Soğuk Savaş döneminde 1947 yılında da tarihe Taft-Hartley Yasası adıyla geçmiş bir yasa çıkarılarak aydınların sendika yönetimlerinde görev almaları yasaklanmış.
1950’lerin başında da ünlü Mc Carthy Komitesi ülkede cadı kazanları kurup basın-sinema-tiyatro-edebiyat-üniversite çevrelerini hallaç pamuğu gibi atarak, Amerika’da sorgudan geçirilmemiş, tövbe ettirilmemiş aydın bırakmamıştır neredeyse.
Kimlik tartışmalarını ülkeye ithal eden yabancı istihbarat örgütleri ağına düşmüş unvan almış okumuşlar söylevlerle aydınlara saldırıp etkisizleştirmeye çalışmaktadırlar.
Kamuoyu, milli irade kavramların kutsallaştırılması, yargısı da, tıpkı demokrasi’nin parti, seçim ve parlamento’dan ibaret olduğu, milli egemenliğin seçimle belirlenebileceği, seçim sonuçlarının milli irade olarak değerlendirilmesi gerektiği gibi oligarşik emperyalist palavra tutsaklığı yapan yaklaşımlardır.
Aydın kavramı da düşüncemize Tanzimat’tan sonra, Rönesans’ın ilk yıllarında gene ışık kökünden türetilmiş İngilizce enlightened, Fransızca éclaire sözcüklerinin Arapça tenvir sözcüğünden türetilmiş ışıklandırılmış anlamında münevver şeklinde girmiş, 1950’lerde de güneşin ışığını yansıtan ay’dan esinlenilerek kendisine yüklenen bilgiyi yansıtan kişi anlamında aydın diye Türkçeleştirilmiştir.
Batı’da da kadılık, öğretmenlik, hekimlik, vakıf yöneticiliği, memurluk gibi işler, tıpkı Müslümanlarda ulema’nın tekelinde olması gibi ta 12. yüzyıla kadar clerc denilen din bilginlerinin tekelindedir.
Ancak, yeni deniz yollarının bulunmasıyla artan denizaşırı ticaretin ayrı dinlerden kişiler arasında birtakım hukuksal sorunlar çıkarması, ticaret gemilerinin ortalığı kasıp kavuran salgın hastalıklar getirmesi gibi nedenler yüzünden söz konusu yüzyıllarda, gene Kiliseye bağlı ama din bilgini olmayan kişilerin de ders verdiği hukuk, tıbbiye gibi meslek okulları açılmasını zorunlu kılmış, oralardan yetişen kişilere de enlightened, éclaire denilmiştir. Bu kişilerden kendisine yüklenilmiş bilgiyi yansıtmakla yetinmeyip, gene Hıristiyan düşüncesi içinde kalmak koşulu ile yeni bilgi üreten Bacon, Erasmus, More, Montaigne gibi aydınlar için de mütefekkir / düşünür anlamında İngilizcede thinker, Fransızcada penseur deyimi kullanılmıştır daha sonraki yüzyıllarda.
- yüzyıldan itibaren de, artık Kiliseden bağımsız ve tam anlamıyla dinsellikten arındırılmış bilgi üreten düşünürlere ise bütün Batı dillerinde entelektüel denilmeğe başlanılmıştır.
Kim aydın, kim entelektüel artık sömürgeleştirilen ülkelerde o kadar da önem arzetmiyor..
Batılı vakıfların kanatları altında; dinini, dilini, mantığını, düşüncesini yeniden çarpıtmaya çalışan aydınların, Türk Milleti’nin varlığını ve geleceğini tersyüz ettiği ortadadır.
Günün Sözü: Bilgiyle aydınlan, saplantıların ve dogmaların esiri olma. Özgür kalırsın.
KÜLTÜREL BÖLÜNME VE İKTİDAR KAVGASI!
Kültürler yüzyıllar boyunca oluşan bireylerin ortak değerleri. Fransız kültürü, Alman kültürü ve Türk kültürü. Peki son zamanlarda ne deniyor? Milletimiz! Hangi millet bu? Hangi kültür? İşte hangi millet hangi kültür konusunda Türkiye’de ciddi ayrılmanın siyaset eliyle körüklendiğini görüyoruz.
Öylesine ki kültürel farklılığa dayanan kesimler, siyasi partiler halinde örgütlenmiş durumda.
Bakın; Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor. Türkiye bazı kesimlerin dillendirdiği gibi, Osmanlının çöküşü ile ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşadı. Ama Cumhuriyet döneminde ırka ya da dine, mezhebe dayalı bir bölünme yaşamdı. Şimdi ise daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor. Cumhuriyet boyunca süren kültürel çatışma şimdilerde iyice keskinleşti.
İki grup olabildiğince ayrışıyor. Bu iki grubun yaşam tarzı öylesine birbirinden kopuk ki artık her ortamda bunu görmek mümkün!..
Batı'daki sınıflar arasında ortak zevk alanları yaratan, müzik, resim, heykel tiyatro ve sanat gibi, birleştirici kültürel zeminler yok.
Hayatları, zevkleri, inanışları birbirinden çok farklı olduğu gibi birbirine düşmanca bakıyor.
Bir yanda, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları baskı altında yaşayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten hoşlanan, belki de dini kitap dışında kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç karı koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, dini inançları kuvvetli, kalabalık, bir kitle var.
Diğer yanda ise kız lisesi-Kolej yelpazesinde eğitim görmüş, en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çeşitli kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında dolaşan, kızlarının flörtüne göz yuman, şarabin kalitesinden pek anlamasa da, kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da, Bati standartlarına yakın bir grup var.
Birinci grup Cumhuriyet boyunca kendi halinde yaşarken hep sağ partilerce oy deposu olarak görülmüş ama talepleri yerine getirilmemiş. Siyasal olarak örgütlenenlerin güç dayanağı olarak kabul edilmiş kalabalıklardı. Şimdi ise kendi örgütleri var ama bu kez yöneticileri kendilerinden ayrıklaşıp sınıf atlamış ama yine kendileri çaresiz durumda..
İkinci grup ise bürokrasi de yargıda, sanat dünyasında, iş dünyasında varlar.
Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor. Daha Batılı olan ikinci grup, Batı'nın siyasi değerlerini kabul ederse, bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için, git gide Batı'ya ve Batı'nın demokratik değerlerine düşman oluyor.
Yaşam tarzı olarak Batı'ya karşı birinci kesim, iktidarı ancak Batı kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği için, Batı'yla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.
Bu kültürel parçalanmada ordu önemli bir role sahip. Eğer, birinci grubu desteklerse ve batı'nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını kaybedecek.
Aslında birinci gruptan oluşan ordu, kendi ayrıcalıklı yapısını sürdürebilmek için, kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor.
Bu iki grup, siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.
Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık, Anadolu'da üretim yapıyor, malini diş dünyaya satıyor. Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor.
İkinci grup ise parasal olarak da kuvvetli değil artık. Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek ekonomik kazançlarını kaybediyor. Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye'nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim, devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun destekçileri. Liberaller, ateistler, eski Marksistler artık İslamcıların destekçisi..
Yargı, ordu, bürokrasinin önemli bir kısmı, ikinci grubun arkasında. Ve bu İkinci grup, siyasetle demokrasiyle, iktidarı elinde tutmasının mümkün olmadığını kavradığından, şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözümün peşinde.
GüNüN SöZü: Toplumsal değerlerin çözülmesi, iç çatışmanın temel nedenidir.
HEPSİ DE PROFESÖR AMA YAPTIKLARI FARKLI!
Bugün üç ülkenin profesör unvanlı kişilerin faaliyetlerini karşılaştırmalı bakalım. Bakalım da Türkiye niye bilim dünyasında 100 yıldır yok daha iyi anlayalım..
Geçmişin başarılarının arkasına sığınmış kesimler biz böyleydik bizimde şuyumuz vardı diye avuntu edebiyatı ile genç kuşakların beyinlerini kilitlemektedir. Öylesine ki peki ama son yüzyıldır neden yokuz bunun nedeni nedir diye sorulduğunda hemen gerekçe hazırdır. Türban yasağı, laiklik, din özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, baskılar, darbeler, çeteleri neden olarak sayarlar..
Zihinleri Arap askeri siyasi liderlinin öykülerine, edebiyatçılarına, yazarlarına kilitlenmiş, din diye İslam diye bu kesimin hikayelerini öğrenmekle geçenlerin çağın gerçeklerini algılaması beklenebilir mi?
İki profesör vekil kavga ediyor. Nerde mecliste....
Birisi diğerine ‘Sus ulan yalancı, terbiyesiz herif’ diyor diğeri öbürüne ‘Terbiyesiz babandır, sensin yalancı!
Vekiller ise hastanelik oluyor. Halk ise ibretle izliyor. Kimin haklı kimin haksız olması önemli değil. Önemli olan iki profesör unvanlı milletvekilinin kavgası ile birlikte birbirine söyledikleri sözler. Uğraştıkları konulara bakın.
Ya ekranlara çıkan profesör unvanlı korkuluklar..Yalan yanlış konuları anlatıp duruyorlar. Oysa bakın Dünya profesörleri neyle uğraşıyor?
Bilim adamları şaşkın!
Dünyanın 144 milyon kilometre uzağında görüntülenen bu objenin ne olduğunu bilim adamları açıklayamıyor!
Dünyadan 144 milyon kilometre uzakta tespit edilen P/2010 A2 ismi verilen garip objenin ne olduğu bilim adamları arasında tartışma yarattı.
Mars ve Jupiter arasında göktaşı kuşağında yol alan kuyruklu yıldıza benzeyen objenin iki göktaşının çarpışmasıyla oluştuğu düşünülürken, Kaliforniya Üniversitesi'nden David Jewitt, "Bu iki göktaşının çarpışmasına dair yakaladığımız ilk görüntüler olabilir" diyor.
Kuyruklu yıldıza benzese de, çekirdeğinin kuyruk kısmından ayrılmış görüntüsü sebebiyle Jewitt bunun daha önce gördüğü hiçbir şeye benzemediğini sözlerine ekliyor.
Bilim adamları, bu konu üzerindeki çalışmaların dünyaya çarpma ihtimali olan olası bir göktaşının nasıl yok edileceği konusunda yardımcı olabileceğini söylüyor.
Kimi teorisyenlere göreyse bu obje sadece bir gaz bulutu.
128 yıllık sır çözüldü
Rusya'da Baykal Gölü üzerinde her kış oluşan kocaman yuvarlak buz kütlelerinin nasıl oluştuğu bilim insanlarını tam 128 yıldır meşgul ediyordu. Ancak yedi yıllık bir çalışma gerçeği ortaya çıkardı.
Yuvarlak buzları ilk defa 1882 yılında bir Rus bilim insanı fark etti. Yuvarlak buz kütlelerinin nasıl oluştuğunu araştırmaya başlayan Rus bilim insanı, o günkü bilgiyle bir sonuca ulaşamadı ve bu durumu "gizemli bir olay" olarak nitelendirdi.
Bu olaydan 121 yıl sonra bu defa 2003 yılında Baykal Gölü'nün uydu fotoğraflarında aynı yuvarlak buz kütlelerine rastlandı. Kilometrelerce yuvarlak buz kütleleri oluşmuştu.
Rus bilim insanları, buzun nasıl oluştuğunu anlamak için bir daha kolları sıvadı. Bu defa çalışmalar 7 yıl sürdü. Uzun süren çalışmalar sonrası buz kütlelerinin yuvarlak şekilde oluşmasına gölün altında bulunan doğalgaz kaynaklarının neden olduğu ortaya çıktı.
Kış aylarında suyla karışan gaz, sıcak buhar oluşturuyor ve bu da yuvarlak dalgalara neden oluyor. Bu yuvarlak dalgalar yukarıya doğru çıktığında iyice soğuyarak buz kütlesine dönüşüyor.
Ne diyelim; böyle profesörleri olan ülkede siyasetçisi de gazetecisi de her konuda uzman kesilmesi, şaşırtıcı olur mu ki?
GünüN SözÜ: Taşıdığı sıfat, insanı insan yapmaz.